Deniz uyumaktan pek hoşlanmazdı. Kreşe başlayana kadar gün içinde bizi görmediği ve akşamları birlikte oyun oynamak istediği için uyumak eyleminin en temel işlevini yani bedenin dinlenmesi gerekliliğini gözden kaçırıyordu. Çünkü o uyuduktan sonra biz oturmaya, eğlenmeye devam ediyorduk. Bu düpedüz adaletsizlikti. Eğlenmek, farklı şeyler yapmak, gezmek için bize ihtiyacı vardı. Uyku tüm bu büyüyü bozan, bela bir şeydi. Kreşe başlayınca bizim dışımızda, kendine ait çevresi, dünyası oluşmaya başladı. Amma velakin okulda geçirdiği sürenin büyük kısmı aynı dersliğin içinde ve masa başında yapılandırılmış faaliyetlerle geçtiği için bedenen yorgun düşmüyor, uykuya geçmesi gene kolay olmuyordu. Yo-yo gibi geçti bu yıllar, kural koy, uygula, ihlal et, kabullen. Deniz ise hep ne istediğini bildi: uyumak istemiyorum, uyumayı sevmiyorum. Sonunda yıldım, çekişmeyi bıraktım ve onun benim uzantım olmadığını, ayrı bir birey olduğunu, saygı göstermem gerektiğini öğrendim. Zaman zaman kabullenmekte zorlandım ve yeniden çekişmeye koyuldum. Çünkü bana göre olması gerekenden daha geç bir saatte uyuyordu. Ben de yapacaklarını o uyuduktan sonraya sıkıştırmaya, sığıştırmaya çalışan kişi oluyor, uykusuz kalıyor, sabahları zor uyanıyordum.
İlkokul
birinci sınıf ikimiz için de milad oldu. İkimiz de kısa sürede bu yeni
düzene uyum sağladık. Deniz okul ortamına, teneffüslere, öğretmene,
arkadaşlarına, okula servisle gidip gelmeye alıştı. Çantasını toplamak,
sorumluluklarını yerine getirmek (öğretmenin ilettiği notları,
imzalanacak formları iletmek vb), ödevlerini vaktinde yapmakla yükümlü.
Kalan zamanını dilediği gibi kullanabiliyor. Fazla ödevi olmadığı,
okuldan erken çıktığı için pek çok akranının aksine "okula başlamak"
oyun alanını yitirmesine sebep olmadı. Oyun oynamaya, parka gitmeye,
istediği atölyelere katılmaya zamanı, isteği ve enerjisi var. Saat 10'da
hem bedenen hem zihnen yorgun düştüğü için kolayca uyuyabiliyor.
Okuldan hoşnut döndüğünü görmek de cabası. Zira ilkokul Deniz'e daha
fazla alan ve seçme özgürlüğü verdi. Haftada bir gün kantinden alışveriş
yapabilmesi için kendine ait 2 lirası da var. Bu parayı elde etmek için
verdiği mücadele ayrı ve takdire şayan bir hikâye.
Benim
de yükümlülüklerim var. Deniz'in erken uyanması, kahvaltı yapıp
zamanında servis için hazır olması, her gün için belirlenmiş beslenme ve
diğer atıştırmalıkları çantaya koymak, ödev-oyun dengesini sağlıklı bir
şekilde kurması ve devam ettirmesi konusunda ona yardımcı olmak vb.
Kendimi ondan ve tüm yaptıklarından sorumlu görmek yerine ona karşı
sorumluluklarım olduğunu kabul etmek ve kendimi onun hayatının
kolaylaştırıcısı olarak tanımlamak beni rahatlattı. İlişkimizi de
sağlamlaştırdı. İkimiz de memnunuz hayatımızdan.
Gece
10 oldu mu evden sesler çekiliyor. 22.00-24.00 arası benim. Dilediğim
gibi kullanabilirim. Temel ihtiyaçlarımızı gidermek için yapmam
gerekenlerin bir kısmını bu zaman diliminde yapıyorum. Bununla beraber
tamamen bana ait geceler de var. Uykusuz kalmak istemiyorum. Dijital
tuzaklardan kaçıyorum. Kitap okurken modemi, bilgisayarı kapatıyor,
laptopu yakınımdan uzaklaştırıyorum. Facebook hesabımı da dondurdum.
Bu seferki mola birkaç haftadan uzun sürecek. Umudum var.
Uzun zamandır yazılarınızı okuyorum. Artık bi ses etmenin zamanı geldi dedim:) Edebiyat söyleşileriniz de, kişisel yazılarınız da çok güzel. Kızınızla ilgili endişelerinize, çözüm üretme çabanıza da çok büyük saygı duyuyorum. Annelik zor iş gerçekten. Anne değilim ama çevremdekilerden görüyorum. Güzel, kızının bi tanesi,arkadaşı, unutulmaz bi anne olduğunuz, olacağınız çok belli. Aman nazar değmesin, birlikte, uzun ve mutlu bi hayatınız olsun:)
YanıtlaSilFacebook da insanların sandığı kadar gerekli bi mecra değil bence. Eskiden insanlarla iletişim sağlıyordu, ondan vazgeçilmezdi. Artık wassap varken, ne gerek var ki birbirimizin hangi gün nerede takıldığını bilmemize? Bi şeyi merak edince açıp sorabiliriz, özlediysek birbirimizden fotoğraf isteyebiliriz. Ama ne gerek var her fotoğrafımızı göstermeye? Benim sanırım 4-5 yıldır yok facebookum. İnsanların "aaa nası olmaz?" sorusuna cevap vermeye çabalamak dışında hiçbi eksikliğini çekmiyorum. Zamanımı geri kazandığım da kesin.En kötüsü de çok marjinalmişim gibi, farklı olmaya çabalıyormuşum gibi bi ortam oluşuyor facebookum yok deyince. O havayı yumuşatmak için yok ya, diyorum, çok vakit harcıyorum ben, kendimi tutamıyorum filan... Ne tuhaf. Altı üstü bi telefon uygulaması halbuki..:)
Neyse efenim, selamlar..
Bloğa yazmak ve öylece bırakmak, kim okur diye düşünmeden, içimden geldiği gibi... Yaptığım bu. Bir şey ummuyor insan yazarken, yazmak ve paylaşmak yetiyor amma velakin içten bir merhaba da gülümsetiyor. Ne iyi yaptınız da yazdınız. Mutlu oldum, doğrusu. Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. :)
YanıtlaSil