“Öykü, sırf bir meseleye
değinmiş olmak için hiç düşünülmeden yazılmış sloganlar zinciri değildir.”
Öykü ne değildir?
Aforizmalar, afili
laflar ya da duygular yığını değildir. Farklı bir şey yapmış olmak için hiçbir
nedenselliğe dayandırılamayan ya da anlamlandırılamayan tuhaf buluşlar deposu
değildir. Sırf bir meseleye değinmiş olmak için hiç düşünülmeden yazılmış
sloganlar zinciri değildir. Öykü, yazılması kolay bir tür değildir.
Edebiyat üzerinden akrabalık kurduğunuz bir şairin en sevdiğiniz
şiirinden iki ya da üç dizeyi bizimle paylaşır mısınız?
ben bu başına buyruk
adayı
okyanusun kasırgasından
ve yanardağ
patlamalarından geçirdim
ve paramparça olmak, o
parçalanamaz vardığın sırrıydı
ki en küçük zerresinden
güneşler doğdu
(FuruğFerruhzâd, İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına)
Atmosfer, bir betimlemeler zinciri değilse, nedir?
Atmosfer, öykünün
başından sonuna kadar süren, okuyucuyu metne sıkıca bağlayan, metnin içine
çeken ve orada yaşatabilen bir tür büyüdür. Bunu sağlayacak tek şey
betimlemeler zinciri değil elbet, sağlam bir öyküde metnin bütün unsurları bu
işe hizmet eder.
Öykücü, çağının tanığı
olmalı mıdır?
Kimsenin böyle bir
misyonu yoktur, bu zorunluluk hissiyle olacak bir iş değil zaten. Yazmak,
düşünmek işidir. Yazar kalbine dokunan şeyleri beynini meşgul ettiği ölçüde,
ancak dile getirme kabiliyeti olduğu zaman yazmalıdır. Bazen bu kabiliyetin
olup olmadığı anlaşılamayabilir, bir tür duyarlılık arzusuyla ya da duygusal
coşkunlukla acele edilebilir. Bu koşullarda nitelikli bir metnin oluşması da
pek mümkün değil bana kalırsa. Amacımız iyi yazmaksa, meselenin olgunlaşıp bize
gelmesini beklemeyi, en doğru biçimde anlatacağımız zamanı keşfetmeyi
bilmeliyiz.
Ernest Hemingway, “... bazen bir öyküye başlayıp da tıkandığımda
ateşin önüne oturur ve küçük portakalların kabuklarını ateşin ucuna doğru sıkıp
yanarken çıkardıkları mavi alevleri izlerim. Ayağa kalkar, Paris'in çatıları
üzerinden bakarak: 'Endişelenme. Nasıl her zaman yazdıysan şimdi de yazacaksın.
Tek yapman gereken doğru bir cümle yazmak. Bildiğin en doğru cümleyi yaz,' diye
düşünürüm,” diyor. Yazarken tıkandığınızı hissettiğinizde bildiğiniz en doğru
cümleyi hatırlamak için nelere başvurursunuz?
Okurum ya da yürüyüş
yaparım.
Dil amaç mıdır, araç mı?
Dil duygularımızı,
düşüncelerimizi ifade etmek için bir araçtır. Ancak yalnızca bir araç olduğunu
söylemek de haksızlık olacaktır. Nasıl ifade ettiğini önemseyenler için dil,
içinde sonsuz keşif imkânı ve yeni ifade biçimleri barındıran bir tür amaçtır.
Öykücü, bir hikâye kahramanı yarattığında onu pek çok
özelliğiyle var etme lüksüne sahip değil. Onu bir âna, küçük bir kesite
sığdırmakla yetinmek durumunda. Buna itiraz eden, kendi hikâyesini uzun uzun
anlatmak isteyen, sizi yazı masasına geri çağıran bir öykü kahramanınız oldu
mu?
Ara ara varlığını
hissettirenler, beni onu düşünmeye zorlayanlar oluyor. Ama bu yalnızca
karakterin kendini anlattırma arzusuyla olacak bir iş değil. Şimdilik böyle bir
işe soyunmadım ama üzerinde düşündüklerim var. Belki ilerde.
İlhan Berk “Anlam ve Anlamı Aşmak” başlıklı yazısında,
“Anlamı aşmak, her iyi şiirin neredeyse asıl sorunu olmuştur. Bu da disiplinler
zincirini kırmakla başlar,” diyor. Buradan yola çıkarak soruyorum. Anlamı aşmak
iyi öykünün de meselesi midir? Anlamı sarsıntıya uğratan, anlamı aşma konusunda
size cesaret ve ilham veren, sizi özgürleştiren yazar/şair/metinleriniz
hangileridir?
Şiir, diğer türlere
kıyasla daha soyut bir tür, biçimsel olarak da, anlamsal olarak da. Her şiir
olmasa da birçok şiir birçok okuyana başka şekillerde çağrışım yapabilir,
bambaşka duygular yaşatabilir. Şiirin tekniği hakkında çok yorum yapamam ama
öykü bir odağa sahip olmalıdır ve o odaktan başka anlamlara dağılabildiği,
teknik olarak da bunu başarıyla da yapabildiği ölçüde iyidir. Anlamı aşabilen
öykünün, okuyanı hem görünürdeki anlama yani yüzeyde akan meseleye doğrudan
götüren, hem de derinde yatan anlamı ya da anlamları kurcalamaya iten bir
yapısı olmalı. Bu kurcalama neticesinde metnin sahip olduğu ya da yazarın
anlatmak istediği -ki bazen anlatmak istememiş de olabilir- yan anlamlara,
derinlere inebiliyorsak bence o öykü iyi bir öyküdür. Bu konuyu kavramama ve
yazarken bunları gözeterek çalışmama neden olan öykücülerin başında Cortazar ve
Cheever vardır diyebilirim.
Kim konuşuyor burada? Öyküde "ben" kimdir? Öykücü metnin
neresindedir?
Öykücünün metnin içinde
işi yoktur. Olsa da yoktur. Orada sınırlar çok geçişken ve belirsiz. Öyküde
“ben”, metnin anlatıcı karakteri kimse odur. O noktada öyküyü yazan da kimlik
değiştirir, o karakter olur, öykücü ölür. Öykücü ölmek istemiyorsa o metni
yazmayı hemen bırakmalıdır.
“Eserin ilk hâli bok gibidir” demiş Ernest Hemingway.
Doğru demiş.
İlk taslak ortaya çıktıktan sonra, yazarını bekleyen zor
görevdir, yeniden yazmak, bozmak, kulağı tırmalayan, fazladan anlatılmış,
gereksiz ayrıntıları silmek, beklemek, metne defalarca yeniden dönmek.... Hiç
bitmeyecek gibi görünen yeniden yazma süreci sizin için ne
zaman biter? Dergilerde yayımlanan öykülerinizi kitaba alırken ya da kitapların
sonraki baskılarında herhangi bir değişiklik yapar mısınız? Bu konuda neler
düşünüyorsunuz?
Öykü her şeyiyle tamam
olduğunda, seslerin, kelimelerin arasına girmeme müsaade etmediğinde, bir
fazlalığı olmadığında ve en az bir önce yazdığım öykü kadar iyi ya da ondan
daha iyi olduğunda biter benim için. Bunlardan biri sağlanmadığında, öykü
üzerinde artık çalışmaya da devam edemiyorsam, kaç sayfa yazmış olursam olayım,
bir kenara atarım. Bu durumu anlamamak, kabullenmemek, yazarın boşa zaman
kaybetmesine neden olur kanımca. Metnin bittiğini ya da artık o metinden bir
şey olmayacağını anlamak biraz teknik, biraz sezgisel bir şey. Şüphe hep olmalı
ama fazlası olmuş bir metni de bozar. Bu bozulmayı hissettiğim an dururum. Yine
de hiçbir metne tamamlandı diyemem. Kitaba aldığım, daha önce dergilerde
yayımlanmış bazı öykülerimde değişiklikler yaptım. Dergilere gönderdiğimde,
yayımlandığında bana güzel gelmişti ama sonra beni rahatsız etti. Böyle olunca
mutlaka çalışırım. Böyle de olur zaten. Zaman bunun için var.
* Bu söyleşi 17 Mart 2018 tarihinde Mevzu Edebiyat'ta Mevzumuz Öykü köşesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder