Çocukla Barış, Bodrum BBOM Öğretmen Okulunda tanışan Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerin orada öğrendikleri, araştırdıkları, derinleşmek istedikleri konuları ve sınıfa taşıdıklarını paylaştıkları dijital bir platform.
Farklı yerlerde, farklı koşullarda çalışan üç öğretmen Sura Hart'ın rehberliğinde çıktıkları yolculuğu "Şefkatli Öğretmenin Günlüğü" köşesinde hafta hafta paylaşıyor. Gündemin ağırlığından kaçmak, umudunu arttırmak, çocuklarla ilişkilerinde fark yaratmak isteyen ebeveynler ve öğretmenler için küçük tavsiyelerle dolu günlükleri, kendi pratiğimize dökebilmek, sürecimizi gözlemlemek için bu şablonu kendi ev hâlimize uygulamak istedim. Adını da Özenç, Özge ve Gülesra öğretmenlerden ilhamla "Şefkatli Anne Günlüğü" koydum.
Sura Hart ne diyor?
Öğrencileriniz sınıf kapısından içeri girdiğinde onları; paylaşacakları kendilerine ait düşünceleri, duyguları, ihtiyaçları, becerileri, ilgi alanları ve yetenekleri ile bütünlüklü insanlar olarak mı görüyorsunuz? Yoksa tembeller, rahatsızlık unsurları, yabaniler, talepkarlar ve asiler olarak mı?
Her günün başında ve tüm yıl boyunca düşünceleriniz sözlerinizden çok daha yüksek sesle iletişim kurar.
Öğrencilerinizi düşündüğünüzde aklınıza gelen on tane tanımlayıcı sözcük veya ifadeyi hızlıca defterinize yazın. Öğrencileriniz hakkında düşündükleriniz onların davranış biçimlerini etkiliyor olabilir mi?
Ben ne düşünüyorum?
Bu alıntı duyduğum bir Kızılderili hikâyesini anımsattı.
Yaşlı Kızılderili reisi, kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyordu. Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahtı.
Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, ikinci köpeğe neden ihtiyaç olduğunu ve renklerinin neden ille siyah beyaz olduğunu anlamak istiyordu.
Dedesine merakla sordu. Yaşlı reis bilgelikle gülümsedi. Torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar, benim için iki simgedir."
"Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.
"İyiliğin ve kötülüğün simgesi. İyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için bu iki köpeği yanımda bulundururum."
Çocuk mücadele varsa, bir kazanan da olmalı diye düşündü ve "Hangisi kazanacak?" diye sordu.
Yaşlı reis derin bir gülümsemeyle torununa baktı ve yanıtladı:
"Ben hangisini daha iyi beslersem."
Biz hangisini beslemek istiyoruz? Hizaya sokmayı mı, bağlantı kurmayı mı?
Çocuklarımızın bizi rahatsız eden davranışları karşısında ağzımızdan suçlayıcı bir cümle kaçırmak yerine karşılanmayan ihtiyaçlarımızla bağlantı kurduğumuz, hoşlanmadığımız durumu izah ederken duygularımızın sorumluluğunu aldığımız her an, bu uğurda attığımız her adım çocuklarla bağlantı kurma alanını besliyor.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Geçtiğimiz günlükte sonrasıyla ilgili düşüncelerimden bahsederken "Peki ama bu kimin hatası? Birinin hatası olması gerek" algısından bahsetmiştim. Bu algı, çok küçük yaşlardan itibaren farkına varmadan bizi kuşatıyor, nefes almak kadar, düşünülmeden yapılan bir alışkanlık hâline geliyor. Duygularımızı ifade ederken sorumluluk almamak, çektiğimiz duygunun sebebi, sorumlusu olarak karşı tarafı görmek, kendimize bakmak yerine bir başkasını suçlamak nasıl da kolay, zahmetsiz. Zor olan bu içsel ilk tepkinin, tetiklenme ânının gerisinde olanlara dikkat kesilmek. Bunu yapabildiğimizde çatışma anları, öğrenme alanlarına dönüyor. Bunu fark etmek, zihnime, kalbime atılan derin bir çentik gibi. Yok sayılması imkânsız.
Şimdi bu bilginin ışığında etrafımdaki yetişkin çocuk diyaloglarına kulak veriyorum. "Beni çok üzdün, beni çok kızdırdın, beni hayal kırıklığına uğrattın." Küçücük yüreklere, bedenlere yüklediğimiz suçluluk duygusunu görüyorum, kendi çocukluğumu ve yüklendiklerimi hatırlıyorum. Öğrendiklerim ve hatırladıklarım beni davranışlarımın sorumluluğunu almaya, kelimeleri özenle seçmeye, yargılayıcı etiketler takmamaya teşvik ediyor. Bununla beraber hem benim hem Deniz'in bu tür davranışlara defalarca maruz kalacağımızı da iyi biliyorum. Kendimizi suçlu, utanç içinde ve pişman hissetmemek için kuşanmamız gereken kalkanlar var. Peki onları nerede bulacağız? İşte çalışılacak bir başlık daha.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Çatışmanın öznesi değilsem, Deniz benim rehberliğimden memnun. Benimle konuşmak, duygularının farkına varmak, kendini dinlemek, duyulmak, anlayışla karşılanmak onu rahatlatıyor. Çatışmanın öznesi bensem, işler her zaman yolunda gitmiyor. Deniz bazen suçlandığını düşünüyor ve üzülüyor. Benim yüzümden kendini suçlu hissetmesini istemiyorum. Bununla beraber her zaman kendimi empati verebilecek kadar güçlü, sabırlı, anlayışlı hissetmiyorum. Empati verebilecek durumda değilsem, şiddetsiz çığlığa başvurabileceğimi öğrenmek Marshall Rosenberg'in elime tutuşturduğu yeni bir anahtar.
Şiddetsiz çığlık örneği bir cümle:
"Hey bana bakın, çok acı çekiyorum! Şu an gerçekten sizin kavganızla uğraşacak hâlim yok! Tek istediğim biraz huzur ve sessizlik."
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Sonrasıyla ilgili içimde iki konu çok canlı:
Karşı taraf şiddetli bir şekilde bizi suçladığında, öfkeyi bize yönelttiğinde, bu sarmalın dışında kalmak için kullanabileceğimiz güvenlik kalkanları üzerine düşünmek, çalışmak, fonksiyonel metodlar belirlemek.
Şiddetsiz çığlık atmayı öğrenmek ve içselleştirmek.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Deniz hakkında bir çırpıda on tanımlayıcı kelime bulmak ilginçti. On kelimenin üçünün olumsuz yargı olduğunu söylemeliyim. Taktığımız etiketlerin kendisini gerçekleştiren kehanetlere dönüştüğüne inanıyorum. Beklenti hangi yöndeyse oraya gidişatı besliyoruz. Tarafsız kaldığımızda, bir üçüncü göz gibi tepeden baktığımızda, bu etiketleri takan yanımızın indirekt olarak bize söylediklerini duymak, dipte yatan karşılanmamış ihtiyaçlara kulak vermek kolaylaşıyor.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6
Şefkatli Anne Günlüğü 7
Şefkatli Anne Günlüğü 8
Şefkatli Anne Günlüğü 9
Şefkatli Anne Günlüğü 10
Şefkatli Anne Günlüğü 11
Şefkatli Anne Günlüğü 12
Şefkatli Anne Günlüğü 13
Şefkatli Anne Günlüğü 14
Sura Hart ne diyor?
Öğrencileriniz sınıf kapısından içeri girdiğinde onları; paylaşacakları kendilerine ait düşünceleri, duyguları, ihtiyaçları, becerileri, ilgi alanları ve yetenekleri ile bütünlüklü insanlar olarak mı görüyorsunuz? Yoksa tembeller, rahatsızlık unsurları, yabaniler, talepkarlar ve asiler olarak mı?
Her günün başında ve tüm yıl boyunca düşünceleriniz sözlerinizden çok daha yüksek sesle iletişim kurar.
Öğrencilerinizi düşündüğünüzde aklınıza gelen on tane tanımlayıcı sözcük veya ifadeyi hızlıca defterinize yazın. Öğrencileriniz hakkında düşündükleriniz onların davranış biçimlerini etkiliyor olabilir mi?
Ben ne düşünüyorum?
Bu alıntı duyduğum bir Kızılderili hikâyesini anımsattı.
Yaşlı Kızılderili reisi, kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyordu. Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahtı.
Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, ikinci köpeğe neden ihtiyaç olduğunu ve renklerinin neden ille siyah beyaz olduğunu anlamak istiyordu.
Dedesine merakla sordu. Yaşlı reis bilgelikle gülümsedi. Torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar, benim için iki simgedir."
"Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.
"İyiliğin ve kötülüğün simgesi. İyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için bu iki köpeği yanımda bulundururum."
Çocuk mücadele varsa, bir kazanan da olmalı diye düşündü ve "Hangisi kazanacak?" diye sordu.
Yaşlı reis derin bir gülümsemeyle torununa baktı ve yanıtladı:
"Ben hangisini daha iyi beslersem."
Biz hangisini beslemek istiyoruz? Hizaya sokmayı mı, bağlantı kurmayı mı?
Çocuklarımızın bizi rahatsız eden davranışları karşısında ağzımızdan suçlayıcı bir cümle kaçırmak yerine karşılanmayan ihtiyaçlarımızla bağlantı kurduğumuz, hoşlanmadığımız durumu izah ederken duygularımızın sorumluluğunu aldığımız her an, bu uğurda attığımız her adım çocuklarla bağlantı kurma alanını besliyor.
Denizle nasıl paylaşıyorum?
Geçtiğimiz günlükte sonrasıyla ilgili düşüncelerimden bahsederken "Peki ama bu kimin hatası? Birinin hatası olması gerek" algısından bahsetmiştim. Bu algı, çok küçük yaşlardan itibaren farkına varmadan bizi kuşatıyor, nefes almak kadar, düşünülmeden yapılan bir alışkanlık hâline geliyor. Duygularımızı ifade ederken sorumluluk almamak, çektiğimiz duygunun sebebi, sorumlusu olarak karşı tarafı görmek, kendimize bakmak yerine bir başkasını suçlamak nasıl da kolay, zahmetsiz. Zor olan bu içsel ilk tepkinin, tetiklenme ânının gerisinde olanlara dikkat kesilmek. Bunu yapabildiğimizde çatışma anları, öğrenme alanlarına dönüyor. Bunu fark etmek, zihnime, kalbime atılan derin bir çentik gibi. Yok sayılması imkânsız.
Şimdi bu bilginin ışığında etrafımdaki yetişkin çocuk diyaloglarına kulak veriyorum. "Beni çok üzdün, beni çok kızdırdın, beni hayal kırıklığına uğrattın." Küçücük yüreklere, bedenlere yüklediğimiz suçluluk duygusunu görüyorum, kendi çocukluğumu ve yüklendiklerimi hatırlıyorum. Öğrendiklerim ve hatırladıklarım beni davranışlarımın sorumluluğunu almaya, kelimeleri özenle seçmeye, yargılayıcı etiketler takmamaya teşvik ediyor. Bununla beraber hem benim hem Deniz'in bu tür davranışlara defalarca maruz kalacağımızı da iyi biliyorum. Kendimizi suçlu, utanç içinde ve pişman hissetmemek için kuşanmamız gereken kalkanlar var. Peki onları nerede bulacağız? İşte çalışılacak bir başlık daha.
Deniz'in geri bildirimi ne?
Çatışmanın öznesi değilsem, Deniz benim rehberliğimden memnun. Benimle konuşmak, duygularının farkına varmak, kendini dinlemek, duyulmak, anlayışla karşılanmak onu rahatlatıyor. Çatışmanın öznesi bensem, işler her zaman yolunda gitmiyor. Deniz bazen suçlandığını düşünüyor ve üzülüyor. Benim yüzümden kendini suçlu hissetmesini istemiyorum. Bununla beraber her zaman kendimi empati verebilecek kadar güçlü, sabırlı, anlayışlı hissetmiyorum. Empati verebilecek durumda değilsem, şiddetsiz çığlığa başvurabileceğimi öğrenmek Marshall Rosenberg'in elime tutuşturduğu yeni bir anahtar.
Şiddetsiz çığlık örneği bir cümle:
"Hey bana bakın, çok acı çekiyorum! Şu an gerçekten sizin kavganızla uğraşacak hâlim yok! Tek istediğim biraz huzur ve sessizlik."
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?
Sonrasıyla ilgili içimde iki konu çok canlı:
Karşı taraf şiddetli bir şekilde bizi suçladığında, öfkeyi bize yönelttiğinde, bu sarmalın dışında kalmak için kullanabileceğimiz güvenlik kalkanları üzerine düşünmek, çalışmak, fonksiyonel metodlar belirlemek.
Şiddetsiz çığlık atmayı öğrenmek ve içselleştirmek.
Kendimi nasıl değerlendiriyorum?
Deniz hakkında bir çırpıda on tanımlayıcı kelime bulmak ilginçti. On kelimenin üçünün olumsuz yargı olduğunu söylemeliyim. Taktığımız etiketlerin kendisini gerçekleştiren kehanetlere dönüştüğüne inanıyorum. Beklenti hangi yöndeyse oraya gidişatı besliyoruz. Tarafsız kaldığımızda, bir üçüncü göz gibi tepeden baktığımızda, bu etiketleri takan yanımızın indirekt olarak bize söylediklerini duymak, dipte yatan karşılanmamış ihtiyaçlara kulak vermek kolaylaşıyor.
Eski Günlüklere aşağıdan ulaşabilirsiniz
Şefkatli Anne Günlüğü 1
Şefkatli Anne Günlüğü 2
Şefkatli Anne Günlüğü 3
Şefkatli Anne Günlüğü 4
Şefkatli Anne Günlüğü 5
Şefkatli Anne Günlüğü 6
Şefkatli Anne Günlüğü 7
Şefkatli Anne Günlüğü 8
Şefkatli Anne Günlüğü 9
Şefkatli Anne Günlüğü 10
Şefkatli Anne Günlüğü 11
Şefkatli Anne Günlüğü 12
Şefkatli Anne Günlüğü 13
Şefkatli Anne Günlüğü 14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder