Bir şaşkın karınca geziniyor defterimde. Harflerin, kelimelerin arasına düşüyor, yolunu bulamıyor. Biz de öyle değil miyiz aslında? Söylediğimiz, işittiğimiz kelimeler belirliyor sınırlarımızı. Ya hapsediyor içeri, ya kanatlandırıyor ufka doğru. Bunu düşünürken başımı ufka doğru kaldırıyorum. İçim ürperiyor gölgede oturmaktan. Anlamış gibi, yerinden kalkıyor garson, tentenin koluna davranıyor. Masanın üzerine ağır ağır güneş ışıkları vuruyor, kış güneşi...
Hayatı satranç oynamaya benzetiyorum bazen. Yaşamda da satranç oyununda olduğu kadar acemi olduğumu düşünüyorum sonra. Sonuçlarını öngörmeden sabırsız hamleler yapıyorum, ilerliyorum, geri dönüyorum, belki de hep yerimde sayıyor ama bir şeylerin değişmesini umuyorum. Çoğu zaman hiçbir şey gerçekleşmiyor. Dalai Lama'nın bir cümlesi hatırıma düşüyor sonra. Tam da hatırlayamıyorum ama her şeyi bu yaşamda anlamak, çözmek zorunda değilsin anlamına gelen bu sözün eksiltili hâli bile içime su serpiyor.
Masanın üzerindeki karınca yalnız değil artık. Benden önceki müşteriden kalma susam tanelerinin aralarında dolaşıyorlar ama hiçbiri tek bir susam tanesine dahi dokunmuş değil. Belki yükün altına birlikte girmek için bir eş, arkadaş arıyorlar. Amaçsızca dolaşıyorlar. Masanın üzerinde duran gözlük, telefon ve kahve fincanı bir labirentin duvarları gibi yükseliyor ve onları birbirinden uzaklaştırıyor. Nereye gideceklerini bilmiyor, durup düşünmüyor ama devinimlerine bir an olsun ara vermeden koşturup duruyorlar. 'Belki de bu karıncalardan farkımız yok. Bizi bunca yoran da bu. Hep aynı yerde bir aşağı bir yukarı yürüyüp duruyor aynı yere bakıp farklı sonuçlar umuyoruz,' diye düşünüyor bu tuhaf yazıyı burada bitiriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder