6 Ocak 2020 Pazartesi

Yılın ilk karı, ilk romanı




Dışarıda mevsimin ilk sulu karı atıştırıyor. En kalın kışlık monta geçtim. Olağan sabah yürüyüşleri birkaç aylığına rafa kalkacak gibi. En azından işe kadar yürüyebilirim, diyor yola koyuluyorum. Sokağa çıkınca fark ediyorum sulu karı. Yüzüme çarpan sert rüzgâr eni konu üşütüyor beni. Bir anlığına, kendimi korumak için, yüzümü tersine çeviriyorum. Çanakkale'nin en güzel manzarası uzanıyor önümde. İskeleye kadar selamlıyorum kenti. Yüzüm üşüyor soğuktan. Burnumun ucu donuyor. Ellerim cebimde. Adımlarım hızlanıyor. Canlandırıcı bir serinlik değil artık dışarıdaki. Soğuk, insanı ev içlerine çağıran bir soğuk...
Kış günleri ve geceleri kapıya gelip dayanmışken yeni yılı planlıyorum. Her yeni yıl, okuduğum kitapları not almaya niyet eder, unuturum. Bu yıl bu türden nafile bir çabaya girişmeyeceğim. Daha çok çocuk kitabı okuduğum, okuduğum kitaplar hakkında daha çok not aldığım bir yıl olsun istiyorum. Dışarısının mutlak soğukluğuna ve gerçekliğine itiraz olarak çocuk kitaplarına boğulmak istiyorum.
Bunun dışında büyük dileklerim yok yeni gelen yıldan. Eskiyen yıllarda oturttuğum ve memnun kaldığım alışkanlıkları sürdürebileceğim bir yıl olsun, yeter. Daha köklü değişimler için takvimden bir yaprak kopması yetmiyor. İçsel ya da dışsal değişim ihtiyacı kapıya gelip dayandığında direnmek yerine olanı biteni olanca netliğiyle görebilmeyi, ona göre yeniden konumlanabilmeyi ve devam edebilmeyi umuyorum.

                                                                          *



Masamda yeni yılın ilk biten romanı yatıyor. İan McEwan'ın yazdığı Fındık Kabuğu.
Fındık Kabuğu'na birkaç yıl önce başlamış, bu çok bilmiş fetüsün anlattıklarının içine girememiş ve yarım bırakmıştım. Yeni kitap almak yerine evde okunmayı bekleyenleri değerlendirdiğim zamanlardan geçtiğim için, Çocuk Yasası'nı da çok severek okumuş olduğum için yeniden denemeye karar verdim.
Evet, romanın anlatıcısı bir fetüs. Hatta fazla bilmiş bir fetüs. Henüz dilin ve deneyimin olmadığı bu karanlık evrenin ayrıntılardan, dünyaya ve insana dair saptamalardan yana zengin ve felsefi anlatımla aktarılması büyükçe bir problem. McEwan bu problemi, bir diğer ifadeyle durumunu ve konumunu aşan fazla bilmişliği annenin sabah akşam, hemen her konuda dinlediği podcastlere dayandırıyor. Kafayı buraya takmaya devam edersem açık bulacağım kesin. Olay örgüsünün içine dalmayı tercih ediyorum. Çünkü ortada sıkı sayılabilecek bir polisiye var.
Anlatıcı fetüs, arka kapak yazısında dünyanın en genç Hamlet'i olarak lanse ediliyor. Hamlet'in konusunu kısaca hatırlayalım: Danimarka Kralı ansızın ölür. Kraliçe kocasının kardeşiyle evlenir. Babasının ölümünün ardından eğitim için gittiği Almanya'dan dönen prens Hamlet, babasının ani ölümü ve annesinin hemen ölümünden şüphelenir. Bir sabah sarayın avlusunda babasının hayaletini görür. Babası ona olanı biteni anlatır ve öcünün alınmasını ister.

Fındık Kabuğu'nun anlatıcısı Hamlet'ten bir adım önde. Duyduğu konuşmalardan babasının (John) hayatının büyük tehlikede olduğunu, annesi Trudy'nin amcası Claude ile beraber babasını zehirleyerek intihar süsü vereceğini, amaçlarının baba John'a ait evi satmak olduğunu öğreniyor. Baba John, başarısız bir şair ve yayıncı. Şiire tutkuyla bağlı. Etrafı genç şairlerle çevrili. Onları destekliyor, şiir üzerine dersler veriyor, dergilere şiir yollamaları konusunda destekliyor. Karısı Trudy'e şiirler okuyor. Trudy, bir zamanlar âşık olduğu adamın şiirlerine dinlemeye ya da görmeye dayanamıyor. Tek isteği kayınbiraderi Claude ile olmak ve miras yoluyla eve sahip olmak. Bu yüzden kocasını aralarındaki ayrılığın geçici olduğuna, hamileliğin son aylarını yalnız geçirmeye ihtiyacı olduğuna inandırıyor ki boşanma gerçekleşmesin ve sözde intihar için sağlam gerekçeler olsun. Claude ağabeyinin aksine sığ bir adam. Emlakçılık yapıyor. John'un sahip olmadığı tek şeye, paraya sahip. Trudy, nasıl ve nerede kalbini Claude'a kaptırmış bilemiyoruz. Aralarındaki çekimin büyük ölçüde tutku olduğu görülüyor.
Henüz doğmadan babasının zehirleneceğini, kendisinin de evlatlık verileceğini, eğer plan sarkar da başarısız olursa hapishaneye düşeceklerini öğrenen fetüs kendisini varoluşsal bir krizin içinde buluyor. Doğmak ya da doğmamak. Babasını kurtarmak ya da kurtaramamak... Bu noktadan sonra kısa bir zaman zarfında geçen anlatıyı takip etmek kolaylaşıyor. Merak unsuru sizi alıp taşıyor. Bir fetüsün babasını kurtarabileceğine dair bir umut taşıdığınızı görüyorsunuz şaşırarak. Oysa bir fetüsün yapabilecekleri sınırlıdır ve Hamlet'in yazgısı babasını kurtarmak üzerine değil, öcünü almak üzerinedir. 

                                                                        


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder