Tuğba Gürbüz’ün ilk kitabı 2015’te yayımlanmıştı: Lodos Çarpması. Şimdi, aradan beş yıl geçtikten sonra ikinci öykü kitabı geldi: Kendisiymiş Gibi.
Kendisiymiş Gibi’de yer alan öykülerin kahir ekseriyetini okumuştum (yazmanın faydalarından biri daha: yazar arkadaşlarınızın kitaplarını herkesten önce okuyabilirsiniz) ama şimdi kitaplaşmış haliyle bir kez daha okudum. Üstelik yazar acele etmeyip öykülerini beş yılda demlendirdiğine göre, ben de yavaş yavaş okudum. Bir öykü okuyup ara verdim, sonra bir öykü daha ve bir ara…
İkinci kitap, ilkinden de önemlidir bir yazar için. İlk kitapta yakaladığını sürdürebilecek midir? Dahası ve iyisi, kendi çıtasını bir üste çıkarabilecek midir? Bu bazen olmaz, ikinci kitap ilk kitabın gerisinde kalır. Nedir, Tuğba Gürbüz Kendisiymiş Gibi’de kendi öykücülüğünü birkaç adım ilerletmiş. Öyle ki ilk kitabını da okumuş olan bizler, artık Tuğba Gürbüz’ün öykü dünyasına iyice aşinayızdır. Nedir, biçimsel olarak bir yenilik de var. Öyküler daha kısa. Tabii öykünün sayfa sayısı ölçüt değildir ama her biri olması gerektiği kadar uzun. Daha fazla değil. Daha önemlisi ise, ilk kitapta daha fazla göze çarpan anlatıcının iç konuşmaları çok çok azalmış Kendisiymiş Gibi’de. Kitabın arkasındaki şu cümle belki bunu vurgulamak niyetiyle yazılmış ama Tuğba Gürbüz’ün öykülerini anlatmada eksik kaldığını ya da düpedüz hatalı olduğunu düşünüyorum:
Tuğba Gürbüz pek de duygusal olmayan bir dille yazıyor Batı’yı, çünkü bu evrende duygular da “kendisiymiş gibi”.
Kendisiymiş Gibi’de kısa öykünün hakkını veren, iyi yazılmış, çalışılmış, durmuş dinlenmiş ve Batı’yı filan değil, insanı anlatan çok iyi öyküler var. Kısa öykü sevenlere duyrulur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder