29 Temmuz 2020 Çarşamba

Karalama...

Boş bir sayfa açık önümde. İmleç yanıp sönüyor. Davetkar. Ben hevesli, yazmaya oturuyorum. Kelimeler kesik kesik çıkıyor. Bir bütüne varmıyor. Yan yana gelen kelimeler nasıl desem sıkıcı çok sıkıcı. Pandemi uzadıkça uzamış. Ev değiştirme mevzusu var. Bilgisayar, yazı aracı değil artık. Emlak siteleri ve inşaat firmaları arasında dolanıp duruyorum. Yazı dürtüyor, fikirler cılız, kelimeler uçucu. Kuramadığım her cümlenin bahanesini bilgisayara atabilirim. Bu kısa, kesik, kopuk, bağlantısız kelimeleri, bir yere henüz varmayan düşünceleri bir deftere yazsam, sayfalar dolacak ve eskiyecek. Kendimi şaşırtacağım. Tatmin bile olacağım sayfaları çevirdikçe. Oysa bu her şeyin düzgünce dizildiği, kelimeleri kendiliğinden hizalayan ekran bana yalnızca eksikliğimi ve bitirmemişliğimi duyuruyor. Böyle anlarda bilgisayar yerine deftere yazmış olsaydım diye geçiriyorum aklımdan ama yapmıyorum çünkü elime uygun, çantama atacağım, her an yanımda taşıyabileceğim bir defterim yok. Yaz günü çantam hafif olsun istiyorum, çok hafif. Hem zaten kafelere, bahçelere de gitmiyorum yazmak için. Evde yazmaya çalışıyorum. Boşuna mı çektim yemek masasını pencerenin önüne?
Bir defterim olsa... Her şey farklı olur muydu? Yazmıyorum sandığım zamanlarda dahi kelime biriktirdiğimin farkına varabilir miydim? Özensiz karalamalar gibi duran kimi taslaklara başka gözle bakabilir miydim? Muhtemelen. Çünkü deftere yazmanın başka, bambaşka bir ruhu var, insanı özgürleştiren, bir yerden başlamasını sağlayan, kolaylaştırıcı bir yanı. Belki de yazmak için çok erkendir. Bir kitabın yayımlanmasının ardından boşluğa ihtiyacım vardır. Hava sıcak, çok sıcaktır. Dışarıda olmadığım için, sahilde yürümediğim, çimenlere yayılmadığım için, esintiyi omuz başlarımda hissetmediğim için daha sıcaktır günler ve de geceler.  Klimayı açacak kadar sıcak. Beton çekmiştir gün boyu güneşi. Ve sarı sıcağını üflüyordur hâlâ üzerime. Güneş batmıştır ve  ay yükselmiştir. Pencereleri açsam da karşılıklı esmez, perdeleri havalanmaz. Uzakta bir tarlada binbir hevesle dikilen ay çiçeğinin boynu büküktür. Başı aşağıda, kıpırtısız, solgun ve de ölgün. Yapraklarına su yürümüyordur artık. Bir köpek gelip gelip işiyordur köklerine. Su istiyordur tüm canlı hücrelerim ama yerimden kalkmak ve yol almak zordur. Saatler gece yarısını çoktan geçmiştir. Avizenin ışığı ölgün ve beyazdır. Ameliyathane gibi. Bir ameliyathanenin giriş kapısında, sedyede yatmışımdır. Gözüm takılmıştır duvar saatine. Saat söylemiştir tüm personelin hangi bankadan maaş aldığını ve binanın dışındaki bankamatik. Damar yolu açmak için elimin ayasında bir iz arayan hemşire ne için harcamıştır promosyon parasını. Bunu hiçbir zaman bilmemişimdir.


2 yorum:

  1. Son kısım şiir gibi olmuş. Tarz olarak şairi de söyleyeceğim ama aklıma gelmedi.

    YanıtlaSil
  2. Kime benzettiğinizi merak ettim. Hatırladığınızda paylaşın lütfen.

    YanıtlaSil