18 Ekim 2021 Pazartesi

Nasıl Yazıyorlar? (31)

 Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum. Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim. 

İşte otuz birincisi: Özge Bahar Sunar 



Yürüyerek yazıyorum

Yürüyorum. Takip edenler bunu zaten biliyorduk diyebilir. Olsun yine de aklıma ilk gelen ve beni en çok besleyen şeyin yabanda tek başıma yaptığım yürüyüşler olduğunu bir kere daha söylemeliyim. Bu yürüyüşlerin hem hikâye üretmek hem de yazdığım hikâyelerdeki düğümleri çözmek için çok büyük fayda sağladığını biliyorum. Düşündüğüm her şey bir kitaba dönüşmüyor tabii ama düşünsel alıştırma yapmış oluyorum. Bir vücut kasını çalıştırmak gibi! Bu sayede gündelik hayatta başka şeylerle uğraşırken bile kafamın içinde hikâye parçacıkları oluşup duruyor. Temiz havanın, doğanın öngörülemezliğinin ve kendimle baş başa kalmanın da besleyici tarafları var. Bu saydıklarım için illaki dağ tepe yürümek de gerekmiyor, yazdığım ilk hikâyeler köye taşınmadan önceydi ve o zamanlar da yürüyordum. Kendime sakince bir güzergâh çizmiştim. Şimdilerde yine şehirdeyim ve bir çocuk parkının etrafındaki yürüyüş parkurunda yürüyorum. Aslında yürümeye zamanım varsa her yere yürüyerek gitmeye çalışıyorum. Zaman ve mekân değişiyor, değişmeyen şey yürümek. Bazen hızlı, bazen yavaş. Bazen değneğimle, bazen değneksiz. Bazen bir köpeğin yoldaşlığıyla, bazen yalnız. Bazen bilinmez bir yola, bazen pazara. 

Çocuklara bakarak yazıyorum

Çocuklara daha yakından bakıyorum, gözlemliyorum, konuşmalarına kulak kabartıyorum ve farklılıklarını yakalamaya çalışıyorum. Aslında bunu yaptığımın farkında bile değildim. Çocukları severim ve onlarla vakit geçirmek her zaman hoşuma gider. Özgünlükleri, dili kullanış biçimleri eşsizdir, olayları yorumlayışlarını dinlemeye bayılırım. Özellikle sözcüklerle ilişkileri çok eğlencelidir. 

Geçen gün arabada Erkin Koray'dan Esterabim çalıyor, bildiğimiz kadarına eşlik ediyoruz. "Böyle bir yar istemem, istesem de istemem... Esterabim, esterabim!" Bu esterabim ne demek acaba diye konuşmaya başladık ki Ateş sözcüğü anlamamamıza oldukça şaşırmış bir şekilde "Anlamayacak ne var, Estar Abisine söylüyor işte!" dedi. Arkadaşımın kızı servisteki ablanın kendisini çok sevdiğini, hatta doğum gününü jandarmaya yazdığını söylemiş. Jandarma ne mi? Ajanda! Çok eğlenceli değil mi? Düşününce örnekler öyle çok ki; uzun süre bizi bir şeye ikna etmek için "ekmek kural çarpısı" deyip durdu. Ekmek kuran çarpsın demek istiyor. Artık kendince yorumladığı kelimeleri kaybettik, büyüdü ve bütün kelimeler tanıdık. Son kaybettiğimiz kelimesi "bilgiyasar"dı, ondan bir önceki "vüduc". "O çorabı giymeyeceğim, benim vüducum!"

Her gün şaşıracak bir şeyler görüyorum. Sabahtan akşama oynadığı, arada üç saat jimnastiğe gittiği bir günün akşamında artık oynayacak enerjisi kalmamıştır diye düşünmüştüm. Yemekte enfes bir boncuk makarna vardı. Yemeği yavaş yiyişini yorgunluğuna verdik, sonra fark ettik ki özenle çatalın her bir ucuna makarnaları teker teker geçiriyor ve öyle yiyor! Oyun her yerde ve her zaman, yorgunluk buna bahane olamaz!

Hayvanlarla ilişkilerinden de çok şey öğrendim. Bitlerini öldürmek için saçlarını özel bir şampuanla yıkayacağız dediğimizde "Onları öldüremezsiniz! Buna asla izin vermem!" diyerek epey ağlamıştı. 

Çocukluk çağı altın çağ, kalıpların işlemediği, özgünlüğün tepe noktası. Çocukları seyrederken hem yaşam sevincim artıyor hem de onların nelerden hoşlandığı hakkındaki bilgilerim yenileniyor. Benim çocuğum yok, üstelik etrafımda çocuk da görmüyorum diyenler varsa kendi çocuklukları ne güne duruyor diyorum. 

Çocuk kitaplarının değiştirme gücüne inandığım için yazıyorum 

Nitelikli çocuk kitapları dünyayı değiştirebilecek güçtedir. Yazmamı sağlayan temel motivasyonum işte bu! Girdiğim ortamlarda ne iş yaptığımı soruyorlar. Çocuklar için hikâyeler yazıyorum, diyorum. Bunun gerçek bir iş olmadığını düşünen öyle çok kişi var ki! "Peki gerçek işiniz nedir?" Çocuklar için yazmak benim için gerçek bir iş, yoğun bir mesai ve büyük sorumluluk. Eğer çocuk kitapları yazmak istiyor ama bunu pek de mühim bir iş olarak görmüyorsanız ya düşüncelerinizi gözden geçirin ya da bu sevdadan vazgeçin derim. Çünkü ezkaza bir hikâyeniz çocuk kitabına dönüşmüş olsa bile bu size bir doyum vermeyecektir. Arayışınız devam edecektir. Yazma sürecindeki duygularımdan sonra bahsedeceğim ama şu kadarını söyleyeyim hiç de şenlikli bir süreç değil. O hikâyenin -kendi potansiyelimde- olabilecek en iyi hâlini bulmak zorundayım çünkü o hikâyeyi küçük bir çocuk okuyacak/dinleyecek. Ve eğer onu etkilerse yeniden ve yeniden okuyacak. Belki onlarca kez belki ezberleyene kadar! Bu az bir şey mi? Bunun önemsiz olma ihtimali var mı? Ve o hikâyeden bir parçayı alıp büyütecek. Belki de o parça videodaki beş milimetrelik minicik bir dominonun, bir metreden uzun yaklaşık elli kiloluk dominoyu devirmesinde oynadığı rolü oynayacak. Bunun sorumluluğunu düşünebiliyor musunuz? Yazarken bile ellerim terledi. İşte bununla yaşıyor, bununla yazıyorum. Sözlerimi Aziz Nesin'den bir alıntıyla bitiriyorum: "Adı unutulmuş bir küçük ülkenin, adı duyulmamış en değersiz yazarı bile, kendi gücü içinde bütün dünyayı değiştirmek, yeniden yapmak çabası içinde değilse, yazık onun harcadığı mürekkebe, kâğıda, yazık o yazıları okumak için okurların boşa giden zamanlarına..." Mum Hala adlı güncesinden. 

Okuyarak yazıyorum

Okuyarak! Kulağınıza çok da ilginç gelmedi değil mi? Başta bana da böylesine temel bir şeyi yazmak tuhaf geldi. Ancak bu seriyi hazırlarken bir kere daha anladım ki bizi hedeflerimize götüren şeyler belki de pek farkında olmadan geliştirdiğimiz alışkanlıklardır. Gerçi o hedefler biz adım attıkça yer değiştiriyor ama bu başka bir yazının konusu. Çocuk kitapları özelinde düşününce yaklaşık on iki senedir her gün yüksek sesle birkaç kitap okuduğumu fark ettim. Çocukların evde kaldıkları günler ya da fuar dönüşü gibi olağandan fazla kitap aldığımız zamanlarda bu rakam artıyor. Bir şeyi her gün yapmak, onun için zaman ayırmak kaçınılmaz olarak dönüşüm sağlıyor. Aradaki bağ kuvvetleniyor. O şeye karşı alıcılar açılıyor, merak artıyor. Özellikle yüksek sesle okumanın, yazma üslubu oluşturmak için de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Okul öncesinde çocuklar kitabı okumaktan çok dinliyor, sadece içerik değil biçimsel anlamda göze ve kulağa hoş gelmesi bu bakımdan önemli. Kafiyeli metinler, sözcük tekrarları, değilen duyguların fonetik yansıması... Bazı kitapları onlarca kez okutuyorlar, neden? Pek çok şeyin yanında o kitabı dinlemeyi sevdikleri için, güzel bir müzik parçası gibi. Üstelik nitelikli kitapların defalarca okunması bu kitapların başarısını oluşturan öğelerin içselleştirilmesini sağlıyor. Buna moda bir söyleyişle organik öğrenme diyebiliriz. Eğer yanınızda eleştirilerini özgürce yapan çocuklar varsa öğrenme daha anlamlı oluyor. Elbette yazmak için çocuk edebiyatının yanında farklı türleri de okumak gerek. Benim edebi haz aldığım metinler genellikle bilim kurgu romanları ama nitelikli bir kitap bulduysam türü ne olursa olsun okumaya çalışıyorum. Farklı türler farklı bağlantılar oluşturuyor. Son olarak okunmayı bekleyen kitaplarla ilgili bir tüyo verip yazımı bitiriyorum; birkaç yıldır halihazırda okuduğum kitabı gece yastığımın altına koyup uyuyorum. Özellikle kalın kitapları bitirmek için etkili bir yöntem olduğunu söyleyebilirim. 

* Bu yazı yazarın izniyle sosyal medya hesabından alınmıştır.

    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder