En az dört yazıyı ayın son birkaç gününe bırakmak alışkanlığa döndü bu aralar. Tembellik değil esasında. Hiç yazmıyor değilim. Hatta öykü dosyamı bitirdiğimi söyleyebilirim. Geçen sene bu zamanlar ufak ufak elimi açarak başladığım yolun sonuna bir kez daha gelebilmenin haklı gururu bir madalya gibi göğsümde. Bir fikir bulmak, öyküyü nasıl yazacağını düşünmek, yazmak, okumak, aksayan yanları görmek, düzeltmek kısımları yazmanın en heyecanlı yanları, bir balonun içine üflemek gibi, büyüyor, büyüyor. Sonrasını kestirmek daha güç. Patlayacak mı, elden ele havalanacak mı, ömrü ne kadar olacak, okurunu bulacak mı? Cevapları bizde değil. Henüz gelmemiş bir zamana dair yanıtlar bunlar. Yazmak eyleminin dışında. Bununla beraber yazmak, en nihayetinde yayımlatma isteğini de çağırıyor yanı başına. Yazan kişi, emeğini görünür kılmak istiyor, hikâyeleri okunsun, birilerinin kalbine dokunsun, belleğinde yer etsin istiyor. Yayımlatmak, yazmak kadar kolay ve keyifli değil. Engebeler, engeller mevcut. Heyecanlı bekleyişlerle, tuhaf telaşlarla dolu. Asla emin olamadığın bir yolda yürümek gibi bir şey. Bir tür konforsuz alan; kafanın içinde onlarca sesin konuştuğu, yükseldiği, alçaldığı gri bir alan... Kapının ne içi, ne dışı, hem içi, hem dışı, öyle bir yerdeyim ben de. İç seslerim yüksek. Kimi zaman gür, kimi zaman cılız bu sesler türlü türlü şeyler diyor bana. Bir öncekinin önüne geçtin diyebiliyorum örneğin. İşin en rahatlatıcı yanı da bu olsa gerek. Çünkü, daha iyi yazmak, ufuk çizgisi gibi önümüzde, ona doğru yürüdükçe, uzaklaşıyor. Mesafenin kapanması asla mümkün değil. Bir nevi Zeno paradoksu gibi. Bunun yanı sıra geçtiğimiz seferlerde işlerin rast gitmesi, fazlaca beklememek bu defa da öyle olacağı anlamına gelmez biliyorum. Ekonomik kriz, artan döviz kurları, kâğıda gelen fahiş zam... Yayıncıyla genç yazar ve yazar adaylarının arasındaki mesafeyi arttırmasından da korkmuyor değilim. Neyse ki çok satan, hep satan kitaplar var. Bu sayede hikâyelerimizi basılı bir kitap formunda görmek mümkün oluyor. Dilerim 2022 bu sevinci yaşayabilirim.
Kimi yazarlar ellerindeki dosyalarla zor vedalaşıyor. Ben onlardan değilim. Yeniden yazmanın bir sonu olduğunun farkındayım. Her metin yeniden yazılabilir. Emanet ettiğiniz her okurdan gelen bir yorum bir yerlerini söküp yeniden yaratmak anlamına gelebilir. Orada unutulmaması gereken nokta, kim için yazdığının farkında olmak galiba. Hepimiz öncelikle kendimiz için yazıyoruz. Dışarıda, binlerce farklı okur var: farklı yaşama alışkanlıklarına sahip, farklı okuma kültürlerinden gelen, farklı yaşam görüşleri olan. Her birini memnun etmek, tatmin etmek mümkün değil. Her yazarın müttefiki olması gerektiğine inandığım halde, yayımlanmadan önce çok fazla kişiden görüş sormayı, her birince onaylanmayı beklemeyi doğru bulmuyorum. Yazan kişi, metinlerini okurluğuna güvendiği, inandığı kimselerle paylaşabilir elbette ama bu kişilerin bir sınırı olmalı. Serseri kurşun gibi elden ele sektirmemeli. Yazıyı daha üst seviyelere taşımak isteğinde, çalışma azminde eleştirilecek hiçbir yan yok. Bununla beraber sürekli çırak kalmak istemekte, her bir cümle için el almak, onay almak arzusunda ters bir şeyler var. Yolu, sayıları giderek artan atölyelerden, bire bir çalışmalardan geçen yazar, kendi sesini hep bir başkasının akort etmesine muhtaç hâle düşmemeli, kendini mezun etmeyi de bilmeli. Aksi, mükemmellik yanılsaması içinde bir tür bağımlılığa, ızdıraba dönüşebilir. Ustanın da çırağın da vedalaşmayı bileni makbuldür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder