Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.
İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli Ebeveyn İpuçları
"Çocuk", "çocuğum" gibi etiketler, karşınızdaki genci, bir arkadaşınıza veya komşunuza göstereceğiniz saygıyı hak eden bir kişi olarak göstermenize engel olabilir.
Çocuğunuzla nasıl konuştuğunuza, ona nasıl davrandığınıza dikkat edin. Bir komşunuza ya da bir arkadaşınıza gösterdiğiniz saygının aynısını gösterip göstermediğinize dikkat edin.
Ben ne düşünüyorum? Ne yapacağım?
Senaca, Lucilius'a yazdığı, asırları aşan, içeriği eskimeyen mektuplarından birinde zaman konusuna değinir ve şöyle der:
"Şimdiye değin senden zorla alınan ya da çalınan, boşa akıp giden zamanına sarıl, iyi kullan onu. Durum, emin ol, sana yazdığım gibi: Kimi zamanımız bizden zorla alınıyor, kimisi sinsice çalınıyor, kimisi de boşa akıp gidiyor," diyor. Devamında insanın ölümlülüğüne değiniyor, zamanın akıp gittiğini vurguluyor ve onu zamanına kıymet vermeye, sahip çıkmaya davet ediyor.
Öyle ya da böyle doğduğumuz anda kum saati tersine dönüyor, aldığımız her nefes, attığımız her adım, zamanın sonsuzluğuna karşın bizi kendi sonluluğumuza yaklaştırıyor. Okuduğumuz kitabın solda kalan sayfaları gibi yaşadığımız günler, geriye dönmek mümkün değil, kalan sayfaların bir sınırı var, sonu. Öyleyse bizim için en değerli ve telafi edilemeyen şey zaman. Ve Seneca haklı.
İnsan her an ölebileceği bilgisiyle yaşamıyor elbette ama zaman zaman bir şey oluyor, doğal bir afet, bir yakınının zamansız ölümü, geçip giden günlerin telafi edilemeyeceği ve bencilce sahip çıkmak istiyorsun elinde kalan zamana. Son derece insani bir hâl. Bize iyi gelmeyen, nahoş duygular uyandıran kimi insanlardan, ortamlardan kaçmak istiyoruz. Boş konuşmalar, iç bayan sohbetler, negatif enerji saçanlar, ruhumuzu emenler, darlayanlar... Bilirsiniz işte.
Böyle anlarda içim sıkılıyor, ruhum daralıyor. Yakamı bir an evvel o sohbetten, o mekândan, o insandan uzaklaştırmak istiyorum ama insan sosyal bir varlık ve utanma belası denen bir şey var. Dolayısıyla bazen hiç de istemediğim uzatılmış, alakasız, odağını kaybetmiş konuşmalara maruz kalıyorum, kalıyoruz, her birimiz. Oralarda gösterdiğimiz sabrı, saygıyı, toleransı en yakınlarımıza, eşimize, kardeşimize, çocuğumuza göstermediğimiz oluyor. Yoksa "boş konuşma," diyebilir miyiz hiç ona. Ya da "ne saçmalıyorsun,". Yakınlık ve samimiyet bir başkasına gösterdiğin özeni çocuğa göstermeye engel olabiliyor. Çünkü o evdeki, elimizin altındaki. Bize de yapıldı, küçükken, çocukken. Güvenlik ve bağlanma arayışımız en yoğunken. Çoğu dürtüsel, defansif tepkilerimizin kökeni de oralarda bir yerlerde atıldı.
Polivagal teori tam da bunu anlatıyor. Dr. Stephen Borges tarafından 1994 yılında ortaya atılan teori, vagus sinirinin duygu düzenleme, sosyal düzenleme ve korku üzerinde etkili olduğunu, herhangi bir somut (örneğin üzerine doğru hırlayarak koşan bir köpek) ya da soyut (sende kabul görmediğin, eleştirildiğin algısı yaratan bir durum) tehdit karşısında, kişinin verdiği savaş ya da kaç veya donma tepkisinin bedenin, iç organların deneyimleriyle şekillendiğini, biz farkına dahi varmadan bedenimizin hafızasında yerleşik bir deneyimi çağrıştıran bir eylemle karşılaştığımızda verdiğimiz tepkilerin bizim otonom sinir sistemimizde kayıtlı olduğunu, bunun otomatik gerçekleştiğini söylüyor. Bunun da en çok çocuklukta, 0-6 yaş arasında şekillendiğini bildiriyor. Yani annemiz yorgun ve başı ağrıyorken şarkı söylediğimizde bizi susturması sonucunda sesimizin kötü olduğuna dair bir inanç geliştiriyor, ya da babamızı kızdırmamak için çocukken aldığınız önlemler, görünmez olmak, alttan almak, benzer bir otoriter figür karşısında benzer tavırlar sergilemeye yol açıyor. Yani arkadaşım, sorumluluk büyük. El aleme gösterdiğimiz içi boş kibarlığın alasını evdeki çocuğa göstermemiz gerekiyor. Yoksa, bizim her iç çekişimizi, göz devirmemizi, herhangi bir sözümüzü başka türlü algılayabiliyor. İyi haber şu: bunların hiçbiri kader değil, tanrı kelamı, değişmez, sabit şeyler değil. Etrafımızda cereyan eden konuşmaların üzerimizdeki etkisini fark etmek, hemen tepki vermek yerine kısacık bir nefes molası almak, kendimize düşünme fırsatı vermek, bedenimizi fark etmek (çünkü duyguların bedendeki izdüşümünü fark etmek bize aslında neler olduğunu anlatıyor, dinlemeyi öğrenmek gerek), bize kendimizi sakin, huzurlu, sosyal, iletişim açık, merkezde tutan kişileri, eylemleri fark etmek, bunları çoğaltmak, sinir ağlarımız arasında yeni bağlantılara yol açıyor. Böylece savaşmak, kaçmak, donmak gibi dürtüsel tepkilerin sıklığı azalıyor. Bazen kızımın bana karşı savaştığını görüyorum, aslında hiç de ima etmediğim bir durumdan yola çıkarak. Dişlerimi sıktığım için yüz ifademi gergin gördüğünde, kafam başka bir şeyle meşgulken onu duymadığımda, sorduğu soruya yanıt düşündüğüm için sustuğumda, aslında benim içimde bambaşka bir gerçeklik varken onun varsayımlarına yenik düştüğünü ve tetiklendiğini fark ediyorum. Hiç ummadığım bir anda bağırması, tepkiselleşmesi benim için her zaman kolay yönetebildiğim bir süreç değil. Çoğu zaman çuvallıyorum ama onun o an, bir sarmala kapıldığını, sakinleşmek için güvendiği bir yetişkine ihtiyaç duyduğunu fark ettiğimde, ona herhangi bir şey öğretmeye, nasihat etmeye çalışmadığımda, yalnızca duygularını tahmin edip söylediğimde bir şeyler değişiyor. Konuşmaya başlıyoruz, birbirimizi duymaya... O zaman bir kaşık suda fırtına koparan çocuk etiketi yok oluyor, güvenli, sakinleştirici bir ortamda yavaş yavaş yumuşuyor. Çoğu zaman masaj istiyor böyle zamanlarda, yüzüne, başına, karnına, bir kedi gibi mırıldıyor. Tüm bunların vagus sinirini yatıştırma üzerinde olumlu etkileri olduğu da söyleniyor. Beden kendisini neyin şifalandıracağı konusunda bilge ama modern hayat, uyaranlar bize onu dinlemeyi unutturuyor. Bedenimize daha çok kulak verdiğimiz, çocuğumuzun bedenini daha çok dinlediğimiz, ona etiketler takmaktan vazgeçtiğimiz en azından azaltmayı hedeflediğimiz bir hafta olmasını dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder