Uzun zamandır okumak, bir sinema filmini tek seferde izlemek başlı başına zorlayıcı deneyimler. Dikkatimi vermekte, odaklanmakta neden bu kadar zorlanıyorum, bilmiyorum. Belki canımın çektikleri yerine birtakım buluşmalar için önceden sözleştiğimiz metinler ve film, belgesel örnekleriyle buluştuğum için. Belki zihnim yorgun olduğu için. Belki uyku düzenim bozuk olduğu ve kronik yorgunluk çektiğim için. Belki bu aralar fazlaca ölüm haberi aldığım için. Belki yaşadığım hayal kırıklıkları yüzünden... Belki de çağın dayatması sosyal medyanın yan etkileri...Kim bilir. Sebebi her neyse bu aralar okumakta zorlanıyorum ve utanıyorum. Bitiremediğim kitaplar, hevesle aldığım ama bir türlü başlamadıklarım hepsi bende bir tür zorlanmaya yol açıyor, hatta utanca. Galiba, evet evet bir utanma da var. İç ses iğneli iğneli konuşuyor. "Yazarsın ve ayda yalnızca birkaç kitap mı okuyorsun? Ne onu da bitirmedin daha? Onu hiç okumadın. Berikini duymadın. Zamanın da yok. Hep bir bahane. Oldu gözlerim doldu!" Bunları bir tarafa bırakıp ocak ayı içinde izlediğim bir belgesel ve okuduğum bir kitabı paylaşayım. İkisi de kadınlar arasında.
İzledim
MUBİ platformunda izleyebileceğiniz "Cadılar" ödüllü bir belgesel. İngiliz yapımı belgesel kadınların doğum sonrası yaşadığı kaygı bozukluklarından ağır depresyona, intihar meylinden girişimlere kadar uzanan geniş bir aralıkta annelik meselesini ele alıyor.
Yönetmen, yazar ve müzisyen Elisabeth Sankey kendi lohusa depresyonundan yola çıkarak çektiği belgeselde, kadınların yaşadığı zorlanmaları, ihtiyaç duydukları destekten yoksun kaldıklarında yaşayabilecekleri psikozları, bebeklerine verebilecekleri zararları yaşanmış örneklerden yola çıkarak anlatıyor. Sankey, belgeseli kurgularken tarihte cadı diyerek yaftalanan, ölüme yollanan kadınları da anlatıya dahil ederek onları da onurlandırıyor. Neticede kadınlar hem geçmişte hem şu anda toplumsal baskılarla, damgalamalarla karşı karşıya. Bu yargıların, olumsuz etiketlerin kadınlara faydası olmadığı açık. İşe yarar şey, bunların ardındaki mesajları yorumlamak, yardım çığlığını duymak, kadınların gereksinim duydukları ihtiyaçları saptamak ve bunları sağlamak için yollar geliştirmek. Bunların her biri, sosyal devletin işi esasında. Bize bireysel olarak düşen ise, etrafımızı kadınlarla sarmak. Bu sayede birbirimizin yaralarına şifa olmamız mümkün. Annelik her zaman güllük gülistanlık değil. Bu tip zorlanmalara yer var. Önemli olan görmek ve fark etmek. Çünkü ancak bu sayede hem kendimize hem de diğerlerine yardım edebiliriz. Lohusalık depresyonu karşısında nasıl ve ne şekilde yardım alabileceğimizi gösteren, kadın destek gruplarının bazen en yakınımızdan göremediğimiz desteği ve şefkati sunduğunu ispatlayan bu samimi belgeseli beğendim. Sizlerle de paylaşmak istedim.
Okudum
Deniz Erkaradağ'ın yazdığı "Ellerin Ellerimde" queer edebiyat örneği. Obiçim Yayınları'ndan yayımlanan kitap, yayınevi tarafından roman olarak sınıflandırılmış. Türler üzerine tartışma açacak değilim. Alışageldiğimiz roman türünde olmadığı bilgisi yeterli. İki kadının birbirine yolladığı mesajlar ve iç sesler ile ilerleyen kısa, kesik kesik ilerleyen kapalı bir metin. Arka kapak şöyle:
Ellerin Ellerimde, Handan ve Meral'i mesajlaşmalarıyla başlıyor. Nihayet buluşmalarının ardından yaşanan aşk, mutlu sondan öte, birbiri sayesinde kendini keşfedişin hikâyesi.
"Yetiştim sana. Turuncu bir günün tan kızıllığında.
Eriyip biten günler üzerinde oturuyorum.
Uçları batıyor ama bakışlarım ileride.
Bakıyorum beni bekleyen geleceğe."
Heteroseksüel, sosyoekonomik seviyesi ortalamanın üzerinde, tam bir beyaz Türk'üm. Dolayısıyla dil, din, etnik köken, sınıf, cinsel yönelim gibi konularda aile, arkadaş, toplum içinde zorbalığa uğramadım. Kendimle ve diğerleriyle çatışma yaşamadım. Anne babanın muradını gerçekleştirememek, onların beklentisini boşa çıkarmak gibi zorlanmalarım ve içsel gerilimlerim de olmadı. Olanları bu örnekler karşısında dile getirmek ayıp kaçar. Dolayısıyla benim bir anlamıyla ötekiyi anlatan edebi metinlerden muradım, bireyin kendiyle ve diğerleriyle yaşadığı içsel çatışmaları, gerilimleri, kendi olma mücadelesini, anne babayı hayal kırıklığına uğratmak konusundaki zorlanmaları (hepimiz kendimizi zaman zaman başkalarının duygularından sorumlu tutuyoruz, öyle değil mi?) görmek, bu deneyimlere tanık olmak, bunların bende yarattığı duygulara bakmak. Bu açıdan aradığımı bulduğum bir metin olmadı. İsimler Handan ve Meral yerine Handan ve Mert olsaydı ne değişirdi? Sormadan edemedim. Yazarla yapılan iki söyleşi: burada ve şurada
Tüm bunlardan bağımsız sizce de kitap fiyatları çok yüksek değil mi? Benim 80 sayfayı geçmeyen bir öykü kitabına biçtiğim bedel, bir fincan filtre kahve fiyatı. Bunu hayli aşan fiyatlarla yeni çıkanları takip etmek yerine evdeki arşive başvuracağım bir yıl olacak sanırım.
Bir şeylere odaklanamama, bitirememe saebeplerini çok iyi saptamışsın. bence bu geçici bir dönem. bunu bilip kabul etmek, kendini sıkmadan sabırla beklemek, zorlamamak çözüm bence.
YanıtlaSilKitap fiyatları çok pahalı bence de üç tane alsan beşyüzü aşıyor. Kütüphaneler en iyi çözüm ama yeni çıkanlar hemen gelmiyor. elimde dolu okunacak listesi var bakalım ne zaman bulurum. kitap okuyan çok arkadaşım da yok. olanlardan bazıları da vermiyor ödünç. yine bana almak düşüyor.
belgeseli merak ettim çünkü ben de girmiştim bu depresyona. mubi hediye gönderen olursa izlerim.
Yollayayım size. Eposta adresi gerekiyor sanırım. Adresin burada kalmasını istemezseniz silerim sonra.
SilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Sil