Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy'la "Diyaloglar" devam ediyor.
Bir süredir uzaktan gıptayla izlediğim bir etkinlik dizisi var. Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy Avrupa Pasajı'nda bulunan Aynalı Geçit'te ayda bir, insana ve edebiyata dair temel meseleleri Türk ve Dünya edebiyatından örneklerle konuşuyor. Bu ayın teması "Aşk" idi. "Aklımda kalacağına anılarımda kalsın." dedim, kalktım gittim.
Kürk Mantolu Madonna'dan Lolita'ya, Aşk-ı Memmnu'dan Koleksiyoncu'ya pek çok kitabın konuşulduğu gece çok keyifli ve bilgilendiriciydi. Bu tür söyleşiler, metinler arası göndermelerin yapıldığı eserler, nitelikli romanlara ulaşmak isteyen okurlar için kıymetli birer referans. Tartışılan kitaplar arasında en çok dikkatimi çeken Koleksiyoncu ve Homo Faber oldu. Başka okurlara referans olması için gecede konuşulan kitaplar ve o kitaplardan alıntıları paylaşmak istiyorum.
"Mecnun dedi ki: 'Ana baba nedir?' (Bana) Leylâ gerek, gerisi hikâye. Aşk fesadına uğradığımdan beri yok aklımda, huzurum. Beni rüsva görüp ayıplama ey öğütçü; çünkü mazurum. Eğer yakamı yırtarsam, engellemeyin; çünkü ben, utanma duygusundan arışmış ve ar libasından soyunmuşum."
AŞK-I MEMNU - HALİD ZİYA UŞAKLIGİL
"Herkesin gözü önünde herkesten saklanan, yalnız ikisine ait gizli bir hayat vardı ki..."
Herkesin gözleri önünde kimseye hissettirmeksizin sevişmek... Oh! Bu gizli şeyde öyle küçücük mutluluklar olacaktı ki... Herkesin içinde Bihter'e yabancı dururken onun bir bakışı olacaktı ki kendisine: 'Ben seninim, yalnız seninim.' diyecekti.
19. ASIR TÜRK EDEBİYAT TARİHİ - AHMET TAMDI TANPINAR
19. ASIR TÜRK EDEBİYAT TARİHİ - AHMET TAMDI TANPINAR
(Sevgili) sevmez, bir nevi tabiî vergi gibi sevilmeyi kabul eder, isterse iltifat ve lütfeder. Hatta hükümdar gibi insanları vardır. Yine isterse bu lütfu ve ihsanı esirger. Hatta cevr eder, işkence eder, öldürür, kıskanılır, fakat kıskanmaz. Bir saray, bir yığın mabeyinci, gözde veya gözde olmaya namzetlerle doludur. Sevgilinin etrafında da rakipler vardır. Aşık tıpkı bir saray adamı gibi bu rakiplerle mücadele halindedir. Hülasa, saray nasıl mutlak ve keyfî irade, hatta kapris ise, sevgili de öylece naza giden hür iradedir.
KÜRK MANTOLU ADAM - SABAHATTİN ALİ
"Hayat bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim."
Kadının göğsünde ve erkeğin kafasında birer tabanca kurşunuyla, yan yana uzandıklarını görür gibi oluyordum. Çimenler arasından kıvrıla kıvrıla akan bir gölcük halinde birleşen kanlarına bastığımı zannediyordum.
DEĞİRMEN - SABAHATTİN ALİ
"İşte adaşım, sana seven bir Çingenenin hikâyesi"
Gözleri genç kızın üzerindeydi. Tahammül edilmez bir acı yüzünün şeklini tanınmayacak hallere sokmuştu. Kah esmer derisini şişiren bir kan gözlerinin kenarlarına kadar fırlıyor, kah dişlerinin arasında ezilen dudakları bile bembeyaz oluyordu. O dudaklar ki, bir şey söylemek ister gibi kıpırdıyordu ve kenarları ağlayacak gibi aşağıya çekiliyordu. (...) sağ kolu yerinde değildi ve oradan oluk oluk kan fışkırıyordu. Bir kaç adım sonra sendeledi, ayaklarımın dibinde yıkıldı.
İşte adaşım, sana seven bir Çingenenin hikâyesi. Çiçeklerin açtığı bir mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturtmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir... (...) Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.
KOLEKSİYONCU - JOHN FOWLES
"Sonradan öldürmek zorunda kalacağım bir kelebeğin ortaya çıkmasını seyrettiğimdekine benzer bir duyguya kapılmıştım."
Nedendir bilmem, daha ilk görüşte onun eşsiz olduğunu anlamıştım. Tabiî ki deli değilim, bir düşten öte olmadığını biliyordum ve o para olmasaydı bir düş olarak kalacaktı.
LOLİTA - VLADİMİR NABOKOV
"Lo! Lola! Lolita! Duyuyorum bir kapı aralığından güneşe karşı çığlık çığlığa haykırıyorum..."
Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi, Günahım, ruhum, Lo-li-ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-li-ta!
HOMO FABER - MAX FRİSCH
"Yalnız kalmak istiyordu."
Artık görecek bir şeyim kalmadı. Artık hiçbir yerde olmayan iki eli, saçını ensesine atışındaki hareketleri, dişleri, dudakları, artık hiçbir yerde olmayan gözleri,alnı: Onu nerede arayayım? Hiç var olmamış olmayı istiyorum. Ne diye Zürih'e gidiyorum sanki? Ne diye Atina'ya gidiyorum? Vagon restoranında oturmuş düşünüyorum: Ne diye şu iki çatalı alıp yumruğumla tutarak yüzüme batırmıyorum iki gözümden kurtulmak için?
ANİMAL TRİSTE - MONİKA MARON
"Aşk da dinazorlar gibidir..."
Aşk da dinazorlar gibidir, bütün dünya onların ölümünü düşünerek oyalanır: Trisatan ile İsolde, Romeo ile Juliette, Anna Karenina, Penthesilias, her zaman yalnızca ölüm, her zaman olanaksız olana duyulan bu şehvet. İnsanların, iddia ettikleri gibi, aşka yeteneksiz olduklarına inanmıyorum. Gençlik aşkı yaşamamış, zamanını bilemeyecek kadar erkenden ölüm korkusuyla aşklarını haykırmış mutsuz ruhlar tarafından buna kandırılıyorlar.
KÜRK MANTOLU ADAM - SABAHATTİN ALİ
"Hayat bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim."
Kadının göğsünde ve erkeğin kafasında birer tabanca kurşunuyla, yan yana uzandıklarını görür gibi oluyordum. Çimenler arasından kıvrıla kıvrıla akan bir gölcük halinde birleşen kanlarına bastığımı zannediyordum.
DEĞİRMEN - SABAHATTİN ALİ
"İşte adaşım, sana seven bir Çingenenin hikâyesi"
Gözleri genç kızın üzerindeydi. Tahammül edilmez bir acı yüzünün şeklini tanınmayacak hallere sokmuştu. Kah esmer derisini şişiren bir kan gözlerinin kenarlarına kadar fırlıyor, kah dişlerinin arasında ezilen dudakları bile bembeyaz oluyordu. O dudaklar ki, bir şey söylemek ister gibi kıpırdıyordu ve kenarları ağlayacak gibi aşağıya çekiliyordu. (...) sağ kolu yerinde değildi ve oradan oluk oluk kan fışkırıyordu. Bir kaç adım sonra sendeledi, ayaklarımın dibinde yıkıldı.
İşte adaşım, sana seven bir Çingenenin hikâyesi. Çiçeklerin açtığı bir mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturtmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir... (...) Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.
KOLEKSİYONCU - JOHN FOWLES
"Sonradan öldürmek zorunda kalacağım bir kelebeğin ortaya çıkmasını seyrettiğimdekine benzer bir duyguya kapılmıştım."
Nedendir bilmem, daha ilk görüşte onun eşsiz olduğunu anlamıştım. Tabiî ki deli değilim, bir düşten öte olmadığını biliyordum ve o para olmasaydı bir düş olarak kalacaktı.
LOLİTA - VLADİMİR NABOKOV
"Lo! Lola! Lolita! Duyuyorum bir kapı aralığından güneşe karşı çığlık çığlığa haykırıyorum..."
Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi, Günahım, ruhum, Lo-li-ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-li-ta!
HOMO FABER - MAX FRİSCH
"Yalnız kalmak istiyordu."
Artık görecek bir şeyim kalmadı. Artık hiçbir yerde olmayan iki eli, saçını ensesine atışındaki hareketleri, dişleri, dudakları, artık hiçbir yerde olmayan gözleri,alnı: Onu nerede arayayım? Hiç var olmamış olmayı istiyorum. Ne diye Zürih'e gidiyorum sanki? Ne diye Atina'ya gidiyorum? Vagon restoranında oturmuş düşünüyorum: Ne diye şu iki çatalı alıp yumruğumla tutarak yüzüme batırmıyorum iki gözümden kurtulmak için?
ANİMAL TRİSTE - MONİKA MARON
"Aşk da dinazorlar gibidir..."
Aşk da dinazorlar gibidir, bütün dünya onların ölümünü düşünerek oyalanır: Trisatan ile İsolde, Romeo ile Juliette, Anna Karenina, Penthesilias, her zaman yalnızca ölüm, her zaman olanaksız olana duyulan bu şehvet. İnsanların, iddia ettikleri gibi, aşka yeteneksiz olduklarına inanmıyorum. Gençlik aşkı yaşamamış, zamanını bilemeyecek kadar erkenden ölüm korkusuyla aşklarını haykırmış mutsuz ruhlar tarafından buna kandırılıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder