Elinde
tuttuğun turist rehberinde bulamazsın Prag ruhunu, Kafka'nın şehre
düşmüş gölgesini? Keşfetme duygusundan çok tüketme duygusuyla
ardı sıra, hızlı hızlı aşındırılan yollar, ''buradaydım''
diyebilmek için çektirdiğiniz birbirinin aynı fotoğraflar... Bir
kenti gezmenin yolu bu değil!
Yavaşlamadan
bir kentin gerçekten içerisine giremezsin. Bir káva
Slavia söyle kendine. Otur cam kenarındaki masaya, dinle. Sana
anlatacaklarım var.
Bir
kayın ağacıydım önce Kara Ormanlarda. Thonet ustanın atölyesine
giden yolculuğum uzun ve zahmetliydi. Oraya vardığımda artık
dinlenirim diye düşünüyordum. Ahşap çıtalar çıkardılar
içimden. Canımdan can gidiyor sandım. Sıcak buhara tuttular yeni
bedenimi, yumuşadım, büküldüm. Sıcak tutkalla her bir parçamı
birbirine yapıştırdı işçiler. Dökme bir kalıp içerisinde 70
derece sıcaklıkta tam 20 saat bekledim. Altı parça buharda
bükülmüş ahşap, 10 vida ve iki somun... Artık bir kayın ağacı
değildim. Dünyanın ilk seri üretim sandalyelerinden biriydim: Bir
milyonuncu Thonet no:4.
Kayın
ormanı, dallarıma konan kuşlar, üzerimden geçen bulutlar, yağmur
sonrası havaya karışan taze toprak kokusu artık çok geride.
Eskiden ağaç değildim sanki, hiç bedenime bir insan
yaslanmamış,hiç dallarıma kar yağmamış gibi. Ağaç olmak
neydi? Unuttum. Özgür olmak neydi? Unuttum. Bir milyonuncu Thonet
no:4'üm. Öncesi yok.
Lažanských
Sarayı'nın zemin katı, Kavárna Slavia. 1881'den beri buradayım,
yeni yuvamda.
Ulusal
Tiyatro ile aynı sene açıldı burası. Tiyatroseverlerin buluşma
mekanı. Aristokratlar, yazarlar, şairler... Açıldığı günden
beri kimler gelmedi ki? Besteci Bedřich Smetana, aktör Jindřich
Mošna, şair Jaroslav Seifert, yazar Vìtěslav Nezva, Josef Čapek,
Max Brod, Joseph Kafka... Bak duvarlara, geçmişin izlerini taşıyan
fotoğraflarla dolu...
Bugün
daha çok turistler, ve yandaki Prag Sinema Okulu öğrencileri
geliyor. Victor Oliva'nın Absint İçicisi adlı tablosunu görüyor
musun? Václav Havel her geldiğinde bu tablonun altındaki masada
otururdu. “Cumhurbaşkanı
olarak başkalarının özgürlüğü için kendi özgürlüğümden
vazgeçtim.” diyen siyasetçi, burada kendisine giydirilmiş devlet
adamlığı kimliğinden soyunur, yeniden oyun yazarı, şair Václav
olurdu.
Art-deko
stil. Benim gibi orjinal Thonet sandalyeler, koyu tahta masalar,
yeşil mermer duvarlar, geniş pencerelerden görülen Prag Kalesi ve
Karl Köprüsü...Kapıdan içeri adımını attığın anda, 70-80
yıl önceye gitmiş gibi hissetmiyor musun kendini? Önünden
tramvay yerine at arabası geçse, 1920'lerde olduğuna inanmayacak
mısın? Sesler kaybolmaz mekanlarda. Dinle, Kafka'nın, Max Brod'a
''Yazdıklarım fazla kişisel ve değersiz. Lütfen ölümümden
sonra tüm yazdıklarımı yakınız.'' dediğini işitiyor musun?
Max
Brod tanıştırdı onu edebiyat çevresiyle. Saatlerce oturur
edebiyat ve yeni dünya düzeni üzerine konuşurlardı. Versailles
Anlaşmasının getirdiği barışı kalıcı bulmuyorlardı. 24
Şubat 1920'de kurulan Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni
endişe ile izliyorlardı. O günlerde başlayan dil ve kimlik
çatışmalarının bu kadar ileri gidebileceğini, kız
kardeşlerinin ve sevgili Milena'sının sırf Yahudi oldukları için
bir toplama kampında öleceğini en karamsar düşünde bile
göremezdi sanırım Kafka.
Yeni
bir savaş ihtimali... Bu gördüğüm kadınlar ve erkekler değil
miydi insanlık? Burada oturan kahve içen, çıkışta Ulusal
Tiyatro'ya giden. Çekçe veya Almanca, dudaklarından sevgi
sözcükleri düşmeyen, sevdiğinin elini tutan, gelecek hayalleri
kuran, büyük bir acıdan henüz çıkmış bu şık, güzel kokulu
insanlar mı savaşacaktı yeniden? Benim için inanması güçtü.
Ben
sabırsızca, Kafka'nın Açlık Sanatçısı'nda yazdıklarını,
arkadaşlarına okumasını beklerdim. Dönüşüm'ü yazdığı
günleri hatırlıyordum. Gregor Samsa tekrar insan olacak mıydı?
Bir umut doğmuştu içimde. Belki ben de ağaç olurdum yeniden. Ama
Kafka'nın boğucu, puslu ve karanlık dünyasından içeri en ufak
ışık, umut sızmadı. Kim suçlayabilir onu?
19.
yüzyıldan 20. yüzyıla geçilmiş, bir savaştan çıkmış
ikincisine sürükenen bir dünya, yoğun dil ve kimlik çatışmaları
içerisinde kaybolan, kendine ve yaşadığı çevreye yabancılaşan
insanlar, otorite altında ezilen, baş kaldırmaya çalışan
bireyler. Kafka'nın yaşadığı ve gördüğü dünya buydu. Bir de
Prag'ın kış boyu havada asılı puslu, sisli, karamsar havası...
Kafka'nın yazın dünyasına hoş geldin.
Almanca
konuşan, Yahudi bir Çek düşün. Görmediği, sadece
mektuplaşabildiği kadınlara aşık. Edebiyat ve Sanat okumak
istiyor. Babasından çekindiği için, Hukuk okuyor. Sevmediği bir
işte çalışıyor. Babasıyla ilişkisi isyan ve boyun eğme
arasında gidip geliyor.
Kimlik
ve varoluş problemlerini yaşadığı bu kentle ilişkisi nasıl
olabilirdi? Tam bir aşk ve nefret ilişkisi, tabii ki. Prag, doğduğu
ve yaşadığı şehir. Her fırsatta kaçmaya çalıştığı,
kendini tutsak hissettiği, boğulur gibi olduğu, nefret ettiği
kent...Nereye giderse gitsin, bir an önce dönmeye çalıştığı,
uzak kalamadığı, hep sığındığı, aşık olduğu kent...Prag.
Prag, kafesi oldu Kafka'nın. 41 yıllık kısacık hayatının büyük
bir bölümü, elinde tuttuğun rehberde, ''Eski Şehir'' ya da
''Prag 1'' diye adlandırılan bu küçücük çemberde geçti.
Buraya ''Almanca konuşan Çek yazarlar durağı'' da diyebilirsin.
Almanlar tarafından Alman olmadıkları için, Çekler tarafından
Çekçe konuş(a)madıkları için hor görülen yazarlar uğrağı,
Kavárna Slavia'nın orjinal Thonet sandalyesiyim ben. Çok gördüm
çok işittim. Dünya Savaşlarını, Nazi işgalini, Komünizmi,
Kafka'yı, Nazım Hikmet'i, Kadife Devrimi...
İnsanlar
beni hep şaşırttı. Önce ellerinde baltalarla ormana geldiler.
Beni kestiler. Şaşırdım. Beni parçalara böldüler, buhara
tuttular, yapıştırdılar, şeklimi değiştirdiler. Şaşırdım.
Senin dilin, dinin farklı, sen bizden değilsin diye birbirlerini
kestiler, öldürdüler, topraklarını böldüler. Şaşırdım.
Uyusam.
Bunların hepsini unutsam. Sadece ağaç olsam. Dallarım bulutlara,
köklerim derinlere uzansa. Kuşlar yuva yapsa dallarıma. Yeniden
Kara Ormanlarda bir kayın ağacı olsam. Hiç uyanmasam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder