2 Şubat 2014 Pazar

SEZAİ SARIOĞLU: "Ayna Korkusu - Mitoloji, Tarih ve Gerçek Hayat" Söyleşi Notları

Sahi biz, birbirimizin nesi oluruz?

Vakitlerden bir ayna vakti...
Vakitlerden yüz yüze gelme ve yüzleşme vakti...
Ne güzel bir aynanın içinden çıkageldiniz...
Kaç türlü girilir aynalardan içeri...
Kaç türlü girilir anılardan içeri...

Bugünün masalı benim için tanışma sözcüğünde gizli! Doğayla, şiirle, aynalarla, masallarla nereden tanışırız? Sahi biz, birbirimizin nesi oluruz? Biz nereden tanışırız? Biz, siyasal, kişisel, mesleki, tarihi, mitoloji, teoloji, kavramlar, şiirler üzerinden tanışırız.  O tanışmalarımızın ardından çok şiirler geçti, çok aynalar kırıldı, çok kitaplar okuduk, değiştik. Aynanın bizi davet ettiği yerdeyiz.Gelin yeniden tanışalım. Ben size arkadaşlık teklif ediyorum.
 
Sizi hayatın acemisi olmaya davet ediyorum.
 
 "Oysa acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak iş bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, korkunuz, yenidir, tazedir. Başaramamak kaygısının zevkiyle çalışacaksınız." Turgut Uyar.
 
Sizi hayatın acemisi olmaya davet ediyorum.
 
"Tanıdığım bir ağaç var/ Etlik bağlarına yakın/ Saadetin adını ile duymamış/ Tanrının işine bakın/ Geceyi, gündüzü biliyor/ Dört mevsimi, rüzgârı, karı/ Ay ışığına bayılıyor/ Ama kötülemiyor karanlığı/ Ona bir kitap vereceğim/ Rahatını kaçırmak için/ Bir öğrenegörsün aşkı/ Ağacı o vakit seyredin..." (M. Cevdet Anday)
 
Dünyayla, doğayla ilişkimize eski tanışıklıklarımız üzerinden devam edemeyiz. Rahatını kaçırdığımız ağaçla, kuşla, doğayla yeniden tanışmalıyız. Hayatın acemisi olmalıyız.
 
"birden bire/ bir çiçek/ rıhtım taşının aralığından/ uzatmış başını/ bir çiçek yolumu kesti!" (Cemal Süreya)

Gün gelir, bir çiçek, bir şiir, bir insan, bir cümle yolumuzu keser. Tanışmalar da böyledir. O anda hatıra biriktirmeye başlarız. Muhabbet bittiğinde ise aklımızda kalanlar önemlidir. O tanışmadan geriye ne kalmıştır; hangi tat, hangi cümle, hangi imge?

Tanışma deyip geçmeyin, tanışmalar önemlidir ama birbirimizi çoğaltan tanışmalar daha da önemlidir. Çünkü bizler, bizim mahallenin çocukları, muhalifler, akıntıya kürek çeken asi ve aksi çocuklar uzun zamandır hayattan, birbirinden ve kitaplardan eksiliyor. Hatta her gün evlerimizden
kendimizin bile eksiği olarak çıkıyoruz. Bu nedenle her tanışma yeniden çoğalma ihtimali ve ihtilali olarak okunabilir.

Yani ben şimdi size "Bir çiçek yolumu kesti!" diyorsam, bunda bir hayır vardır demektir. Çiçek deyip geçmeyin ben çiçeklerin yalancısıyım. Ben, "hiçbir çiçek/gül kadar suçlanmadı/ gülün bütün günahı/ azıcık kanatmaktı/ kokusunu savunmak için" şiirindeki kokusunu savunan gülün yalancısıyım... Muhaliflik, verili dünyaya itiraz etmek ve itirazını pozitif olarak kurmakla ilgilidir... Yaşadığımız "kötülük toplumu"na ve "kötülük dayanışması"na karşı, "iyilik toplumu" ve "iyilik dayanışması" kurmak için solları sıvamak ve düşbaşı yapmak her şeyden önce ezel ebet olarak bizlere güzellenen dünyaya itiraz etmekle mümkündür. Kokusunu savunan gül, metaforunda olduğu gibi, iyilikleri savunmak, barışı, adaleti, demokrasiyi savunmak insan olmanın olmazsa olmazıdır. Eskiden çok eskiden komşuya iyilik almaya gidilirmiş. Bu yüzden "Annemin Şarkı Sandığı" isimli bir şiirimde, "evde şarkı bittiğinde annem, komşuya şarkı almaya gönderirdi/ evde komşu bittiğinde annem şarkılara komşu almaya gönderirdi" demiştim. Komşudan sadece gaz, tuz alınmaz; şarkı, masal, ayna, bilgi, iyilik de alınır.
 
Âyînedâr ve ahval aynası
 
Başka bir derdin izini sürüyordum. Lakin hayat bana başka bir hatıra bahşetti. Siyasetten çok önce masal çağından tanıdığım arkadaşım, "Âyînedâr gelmiş köye şansına" diyerek beni sürükleyince merak hatırına boyun eğdim. Dilsiz bir gündü. Âyînedâr'ın nam-ı diğer "aynacı"nın bulunduğu yere giderken rastladığımız insanlar suskundu. Bir film setindeydik sanki; herkes dilini saklamıştı ya da dili olduğunu unutmuştu. "Ayna" mahalline vardığımızda bir taşın üstüne oturmuştu. Yedi dövmesi vardı yüzünde, yedi anlam kapısından geçermiş dokunan. Yaşlı bir âyînedâr. Yüzü haritalanmış, belki de süt şiirleri çıkmış nine kadın. Aynanın az ve değerli olduğu zamanlarda örtülü aynaları gezdiren, her yüze bakıldıktan sonra üstü örtülen, yüzlerine bakanların âyînedârın avucuna akçe, mangır koydukları eski bir geleneği sürdürenlerdenmiş. Onlardan farkı, para kabul etmemesi ve aynı zamanda masalcı olmasıydı. Şimdilerde her evde ayna vardıysa da onun aynalarının ve sözlerinin sihri başkaymış. İsimlerini aklımda tutamadım ama yedi ayrı dilde yedi ayrı ismi olduğunu ismim gibi hatırlıyorum. Gittiği her yerde, isminin birini yeni doğan birine verir, eksilen isminin yerine kendine başka bir dilden isim eklermiş. Duyduklarıma ne kadar şaştımsa, hayret içip merak gittimse de çözemedim  sırrını. "Kendini övmek aynayı karartır" diyordu yanına vardığımızda. Göz göze gelip bizi beden diliyle buyur ettiğinde "Siz siz olun 'suret ehli' olmayın" diye de eklemişti uzaklara bakıp yakına söyleyerek "Suret ehli" olmayın derken dinleyenlerin aklına ve kalbine "hayret aynası" tutuyor, yaptığı işin ve kendisinin özüne vakıf olmayan "şeklen insan" olanları ima ediyordu. Koynunda yedi ayna varmış ve her gelişinde bunların rivayetlerini anlatmadan gitmezmiş. O bununla yetinmez kendinden de yeni şeyler katarmış her masalcının yaptığı gibi. Çünkü, "tam" olana masal denmez, tam olduğunu tevatür edene de insan denmezmiş. İnsanın da, masalın da alameti farikası "tam" olmakta değil, "eksik" olmakta ve kendini başka insanlarla, dillerle, anlamlarla, "tamamlamak" hevesinde imiş. Aynalardan haber veren ayna nakilcisi isi. Çevresine toplanmış meraklı kalabalığı önce merak ve hayret kapısından geçiriyordu. Bunun için de, önce anlatacağı kıssayı/masalı yedi kere yedi dilde tekrarlıyor susuyordu. Önce, çok uzaklardan gelen bir sesle "Vâmık u Azra" diye yedi kere, ayrı dilde, ayrı bir ses tonuyla ve ezgiyle tekrarladı. Ayna ayinindeydik, âyînedâr karşımızdaydı lakin ayna yoktu ortada. Elini yedi ceylan dövmesi olduğu söylenen memelerine dokunarak koynundan özenle çıkardığı şeyin kılıfını özenle açtı, aynaya yedi kere baktı ve önüne koyup dillendi:
"Bu ayna Fağfur Aynası nam-ı diğer Çin aynasıdır, hikmetlerinden sual olunmaz filozofların icadıdır; yedi feleğin yedisi de şeref burcunda iken yedi madenden cevher alınarak yapılmıştır; hikmet ehli onu yaparken türlü türlü sanat gözetmiş ve dahi icat etmiştir; öyle bir aynadır ki Batı'dan tutulduğunda doğu, Doğu'dan tutulduğunda batı görünür; ne zaman sahibine bir üzüntü gelse, paslanır; ne zaman sahibi mutlu olsa mutlu olur." Anlattıktan sonra iki kaşının arasındaki dövmesine dokundu, sustu. Her anlattığı kıssadan sonra yedi isminin ve yedi dövmesinin sırrı kadar susarmış. O susunca herkes susuyordu, yer gök, kuşlar susuyor, kainat sessiz kalıyordu. Ben de sustum onca merak peydahlanmışken zihnimde. Usul böyleymiş. Usulü bozan olursa ayna kırılırmış. Herkes aynanın içinde yolculuğa çıkmıştı. Bir zaman sonra kıpırdadı; yeni bir kıssaya başlayacaktı. Bu kez "Babil Aynası" diye yedi kez mırıldandı. Dinleyenlerin tek tek gözlerine ve kalplerine bakıp koynundan bir şey daha çıkardı, kılıfını özenle açtı, aynaya yedi kere bakıp diğer aynanın  yanına koyup dillendi: "Babil Aynası,  Babil hükümdarlarının Huşeng zamanına aittir. Tılsımlıdır ve kaybolanları bulmak için kullanılır. Yakınını kayeden insan Babil aynasının önünde kurban kesince kaybolan kişi aynanın içinden çıkar gelirmiş. Rivayet odur ki, Huşeng zaman içinde Babil'de yedi şehir kurmuş. Bu şehirlere birer işaret olsun diye yedi tılsım yerleştirmiş. Bunlardan biri, isyan çıkınca ya da düşman saldırınca doldurulan bölünmüş kanallarmış... İkincisi tehlike anında çalınmak üzere kurulan büyük davullar... Üçüncüsü şarap havuzu... Dördüncüsü şehre bir yabancı girince yüksek sesle öten kaz... Beşincisi yalancıları ortaya çıkaran bir alet... Altıncısı demirden yapılmış bir ağaç... Yedincisi kaybolan insanların bulunmasını sağlayan bir aynaymış..." Merakımız çok, zamanımız dardı. Nasıl veda etmemiz gerektiğini bilmiyordum. Arkadaşım beni yanına götürdü, aralarında benim bilmediğim bir dilden kısa bir konuşma geçti. Önce gözüme sonra gönlüme bakıp mırıldandı: "Masalcının mecazı da rivayeti de bitmez. Her ayna yapan İskender değildir. İskender'in aynası Dara'nın savaş planlarını ve hilelerini gösterirmiş ki Hafız dahi beytini yazmıştır: 'Ne her ki âyîne sâzed Sikenderi dâned' (Her ayna yapan İskenderliği bilmez.) Her ayna da barışı göstermez. Her bilgi bilgisizliğe ayna imiş.
 
Ben çiçekleri biçimli tutarım
 
Dünya bir anlam, bilgi, aşk krizinde. Bunlarla baş etmek için, iyileşmek için şiirlere, masallara sığınıyoruz. Derdimi bir söylence ile tamamlayayım. Aslı ile Kerem hikâyesini herkes bilir! Bilme diyorsam ana fikrini, kıssadan hissesini bilir ama iş anlatmaya gelince üç beş cümle dışında bir şey söylenemez. Bu durumu dert edinen bir edebiyat öğretmeni, yıllar önce, Kerem ile Aslı hikâyesini öğrencilerine tümüyle öğretmek için ahdetmiş. Yıl boyunca derste sadece bu hikâyeyi anlatmış. Ders yılı bitmiş. Öğretmen, hikâyenin öğrenciler tarafından kavrandığından eminmiş artık. Son ders, son on dakika... Öğretmen, "Biraz sonra yaz tatiline çıkacaksınız, soracağınız soru var mı?" diye sormuş. Sınıfta bir sessizlik olmuş. Bu tür kıssadan hissesi olan hikâyelerde hep böyle olur ya... En arka sıralarda, kavruk bir çocuk vardır. Bizim mahallenin çocuğudur ve hikâyedeki işlevi ezber bozup kıssadan hisseli cümle kurmaktır. İşte öyle bir çocuk arka sıralardan parmak kaldırarak dillenmiş: "Hocam, yıl boyu sizi can kulağıyla dinledim. Notlar aldım. Âşıklara sordum ama yine de anlamadım bir soru aklıma takıldı."
Öğretmen kendinden gayet emin, "Sor çocuğum, sor da cevaplayayım. Acele et. Birazdan zil çalacak."
İşte o kavruk çocuk ayağa kalkarak öğretmene şu soruyu sormuş: "Hocam,  anlayamadığım şu; Kerem Aslı'nın, Aslı Kerem'in nesi olur?"  Şimdi bu hikâyeden kıssadan hisse; bizler birbirimizin nesi oluyoruz, halklar ve diller birbirlerinin nesi olurlar?
 
Birbirimizin yolunu kesmişken diyalektik bir rastlantıyla tanışmışken arkadaş olmaktan söz ediyorum. M. Cevdet Anday'ın, "Dünyada geçirdim çocukluğumu/ İnsanlardan eşya yaparlar" dizelerinden ele alarak derdimi biraz daha anlatayım. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, insanlardan ırkçı yapıyorlar. İnsanlardan barış değil savaş, iyilik değil kötülük yapıyorlar. Bizler birbirimizden ne yapmak istiyoruz? Birbirimizden devlet yapmak, birbirimize devlet olmak başka bir şey, birbirimize aşk olmak, âşık olmak, arkadaş olmak, devrim olmak, barış olmak, adalet olmak başka bir şey. Bu hali, kişisellikten halklar düzeyine çıkardığımızda aynı mekanizmalar işletilmelidir. Halklardan barış,
adalet, demokrasi yapmak başka bir şey, savaş ve kötülük yapmak başka bir şeydir. Her ikisi iki ayrı toplum tasavvuruna ve pratiğine denk düşer. Ünlü şair Paul Eluard, "Öpücüklerden yapılır insan" demişti. İnsan ve tarihi, aşklardan, barıştan, şiirden, kapitalizm denen kötülük toplumunu itiraz eden pratiklerden yapılır. Arkadaş olmak, muhalif olmanın sırlarından biri, Edip Cansever'in, "Ruhi Bey, benden çiçek alırdı/ O zamanlar sokak sokak dolaşırdım/ Çiçek alanları iyi bilirdim/ Ruhi Bey de çiçek alırdı/ Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri biçimli tutarım" dizelerinde gizli. Bu tür muhabbetlerde, sıkça, "Devrimci olmak, âşık olmak, şair olmak nedir?" gibi sorular sorulunca hemen "Devrimci olmak, âşık olmak, çiçekleri biçimli tutmaktır." diye yanıtlarım. Gerçekten de muhalif olmak, insan gibi insan olmak, âşık olmak, barış militanı olmak, cümleleri biçimli tutmak, öteki dille, öteki halklarla, doğa ile diğer dünyalılarla biçimli ilişkiler kurmak demektir.

Paralik'in Aynaları

"Yurdunu sevmeliymiş insan/ Öyle diyor hep babam/ Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından/ Hangi yarısını sevmeli insan" Bu dizeler Kıbrıslı  bir şair Neşe Yaşın'a ait. Doğusu, batısı olmayan, kuzey ve güneyden oluşan, iyiliğin de, kötülüğün de denizden geldiği bir ülke Kıbrıs.
1930'lı yıllarda "Paralik" (Paralıdan gelen) lakaplı bir Kıbrıslı Türk yaşarmış. Paralik ticarete yatkınmış. Düşünmüş, taşınmış, adayı karış karış dolaşmış, adada ayna ihtiyacı olduğuna karar vermiş. Zamanı gelince ayna almak için İtalya'ya gitmiş. Ayna fabrikalarını gezmiş, notlar almış, fiyatlarını öğrenmiş. Sipariş vermiş. Tam geri dönecekken bir bakmış futbol sahası büyüklüğünde bir alanda aynalar var. "Bunlar ne? diye sormuş. "Bozuk aynalar" cevabını almış. Bozuk aynalar aklını çelmiş. Ölçmüş, biçmiş, Kıbrıslılar için "bozuk ayna" satın almaya karar vermiş. Verdiği bütün siparişleri iptal etmiş. Binlerce bozuk ayna almış. Ülkeyi, insanları, kavramları yanlış gösteren aynalar kaplamış. Adalı muhalifler de bundan nasibini almış, onların kavramları, hayatları da çarpılmış. Kıbrıs adası, yanlış aynalara bakarak yanlış suretlerini "doğru" olarak gören siyasetçilerle ve onlara oy verenlerle dolmuş. Bu hikâyeden rivayettir ki, o gün bu gün Kıbrıslılar, "Kıbrıs ve Kıbrıslılar nasıl?" diye soranlara, "Paralik'in aynaları gibi!" derlermiş.

İyi ki tanıştık

Etrafımızda bu kadar ayna var. Kendimizle yüzleşmiyoruz. Ayna bizi yüzleşmeye davet eder. Anadolu'da aynaya sık bakmak bencillik, kibirlilik olarak görülür. Aynaya bakılır, ters çevrilip kılıfına konur. Oysa örtük zihinle, bedenle tanışamayız. Soyunmalıyız. Ayna korkumuzu aşmalıyız. Ayna korkumuzu yenmeden yeniden tanışamayız. Birbirimizden zarar ediyoruz, esksiliyoruz. Birbirimize devlet oluyoruz. Gelin birbirimize aşk olalım, devrim olalım, şiir olalım. Biz bildiri dağıtan bir kuşağın temsilcisiyiz. Bu da bizim tanışma şiirimiz olsun.

"Söyleyin/ Aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç/kaç kişi var şunun şurasında?/ Gelin/ bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!/ Bana kötü/ bana terk ettiğiniz düşünceleri verin/ o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız/ ah ne aptalmışım dediğiniz zamanlar/ onları verin yakınmalarınızı/ artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar/ ben aştım onları dediğiniz ne varsa/ bunda ne var üzülecek dediğiniz ne var dediğiniz neyse onlar/ boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz/ içinizde kırık dökük, yoksul, yabancı/ verin bana/ verin taammüden işlediğiniz suçları da" İsmet Özel
 
Masal kalbiyle dinleyenin ve çoğaltanındır. Masal usandırmasın. Masal uslandırmasın. Masal utandırmasın. Hayat tamamına da erdirsin.
İyi ki tanıştık.

 


 






 

 


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder