“Biraz
mami, biraz yeşil, çikolata ve vanilya olsun.”
Dondurmasını
eline aldı. İtinayla külahın etrafına bir peçete sardı. Elimi
tuttu. Konuşa konuşa yürümeye başladık. Tırtıl heykeline
yaklaşıyorduk. Az sonra duracaktık ve oyun başlayacaktı,
biliyordum.
Heykelin
tam karşısındaki apartmanın duvarında yan yana dizili pizzacı
motosikletlerinden biri yola çıkmak üzereydi. Durdu. Bana baktı.
“Pizzacılık oyunu” başlıyordu. Elimi kulağıma götürdüm.
Telefon numarasını çevirdim. Peynirli ve sucuklu pizza siparişi
verdim. Deniz'in çiçeklerin yanına koşmasını, oradan hayali
kaskını, ceketini ve eldivenlerini almasını, giyinmesini, pizza
kutusunu özenle motosikletin (tırtılın) bagajına yerleştirmesini
izledim. Anahtarı kontağa soktu. “Tık” Yola çıktı. Pizzayı
teslim edecek, parayı alacak, cebinden para üstünü çıkaracaktı.
Yüzlerce kez oynamıştık. Kurallar basitti. Deniz daima
motorkurye, anne de daima müşteri... Yanımızda başkaları varsa,
onların oyuna girip gitmeyeceği tamamen Deniz'e bağlıydı.
Örneğin babasının oynamasını istemiyorsa, “Sadece kızlar ve
uzun saçlılar oynayabilir” deme hakkına sahipti. Oyunu bulan,
kuralları koyan O'ydu! Elindeki hayali paketle sağa sola koşturan
şirin cüceyi gülümseyerek izliyordum.
Uzaktan
yaklaştığını gördüm. Derdi oynamak değil, sadece bozmak ve
oyun alanını ele geçirmekti. Yavaş yavaş yaklaştı.
Deniz'in minik elleriyle tuttuğu hayali pizza kutusunu çekmeye
başladı. Deniz "Bırak, bırak" diye bağırıyor,
kutusuna sahip çıkıyordu. Bir an olsun bırakmadı mücadeleyi, az
evvel gözlerinden akan yaşlara yenileri katıldığında bile...
“Bırak, o benim. Senin değil!”
Sesler üzerine gelen annesi, çocuğunu uzaklaştırırken sordu: “Ne aldı?”
Sesler üzerine gelen annesi, çocuğunu uzaklaştırırken sordu: “Ne aldı?”
Onlar
gittikten sonra pizza kutusunun kapağını açtık. Sucuklar
dökülmüş, erimiş kaşar dağılmıştı. Bir dilim aldım.
Soğusun diye üfledim. Yarısını Deniz'e verdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder