Şehirden ayrılıp kırsala yerleşme süreci nasıl gelişti?
Küçük bir kasabada büyüdüm. 18 yaşımda
üniversitede okumak için İstanbul’a taşınmak, sonrasında iş hayatıma yine büyük
şehirde devam etmek sorgulamadan gelişen süreçler oldu. O dönemde büyük şehirde
yaşamakla ilgili pek bir sıkıntım da yoktu açıkçası. Biri bir yıl (Ukrayna)
diğeri 3 yıl (Çin) süren yurt dışında yaşama deneyimlerimin ardından dönüp
yerleştiğim yer yine İstanbul oldu. 2009 yılında Buğday Derneği’nin kırsaldaki
eğitim merkezi Çamtepe’nin açılışında gönüllü çalışmak için Kazdağları’na
gelmemle beraber şehirdeki hayatımı sorgulamaya başladım. Geriye dönüp
baktığımda aslında pek çok farklı gelişmenin neticesinde kırsala yerleşme
kararı aldığımı görüyorum. 2005’te hayatıma giren yoga ve meditasyon, 2008’de
ekolojik yaşamla ilgili ilk tecrübeler, bu süreçte tanıştığım, ilham aldığım
kişiler... Hepsi yavaş yavaş beni değiştirmeye, dönüştürmeye başlamış, tabiri
caizse içimde filizlenen tohumlar olmuş. Fakat beni radikal bir değişim
aşamasına getiren 2012’de doğum yapmamın ardından şehirde yaşadığım izolasyon
oldu sanırım. Doğumdan önce şehirde uzun süre kalmıyor, ihtiyaç hissettiğim
anda şehirden çıkıp kırsalda vakit geçirebiliyordum. Doğumdan sonra hareket serbestliğim
azaldı, şehir içinde dâhil olduğum ve sık görüştüğüm çevrelerden kopmamla
beraber bebeğimle vakit geçirebileceğim ortamlar kapalı yerler ya da binbir
zahmetle gidilebilen az sayıdaki parklar olmaya başladı. Bu dönemde
arkadaşlarımın yaşadığı Küçükkuyu ve çevresine gidip gelmeye başladık. Bu
seyahatler sırasında alternatif bir yaşam kurgulayan ve deneyimleyen ve bunu
pekâla çocuklarıyla birlikte yapan insanlar tanımak, Adatepe Köyü’nde şans
eseri uygun fiyata kiralık ev bularak yazları orada geçirmeye başlamak,
kırsalda yaşayan, birlikte çalışan, üreten, çocuklar için alternatif eğitim
kurgulamaya çalışan bir topluluğun parçası olma hayali ve nihayet çocuğumu bu
ortamda büyütme isteği beni Adatepe Köyü’ne getirdi.
Karar alma aşamasında sizi en çok zorlayan ne oldu?
Eşimin direnci. Doğma büyüme İstanbullu olan eşim
başlangıçta şehir hayatını bırakmak istemedi. İlk sene “madem sen yoksun ben
tek başıma deneyeceğim” isyanım, havaların soğuması ve sobalı yaşamı, bakımsız
bir evde o zaman iki buçuk yaşındaki oğlumla becerememem neticesinde
sönümlendi. Birkaç sene sadece yazları Adatepe’de geçirdik. Ara sıra sonbahar
ve kış döneminde de gidip geldik. Zamanla eşim de buradaki yaşamda kendine
uygun bir şeyler keşfetti, hatta ekip biçme konusunda benim sadece hevesten
ibaret olan romantik hayallerim hiçbir zaman hayata geçmezken çiftçi
atalarından gelen genetik yatkınlığı sayesinde herhâlde, küçük bahçemizi
bostana çevirdiği bir dönem oldu. İki yıl önce yine güzel tesadüfler
neticesinde yakınlarda bir köyde bir arsa aldık. Mimar olan eşim bu arsaya
küçük bir kulübe inşa etmeye karar verdi ve inşaata yakın olmak için kırsala
göçmeyi kabul etti. Geçen sene nihayet tası tarağı toplayıp Adatepe’ye
taşındık.
Nasıl bir evde yaşıyorsunuz?
Adatepe’de bir köy evinde yaşıyoruz. Ev,
kiraladığımızdan bu yana satılık olduğundan pek fazla iyileştirme yapamadık.
Yine de yıllar içerisinde ilk zamanlara kıyasla daha rahat yaşayabileceğimiz
bir düzen oluşturduk.
Bir gününüz nasıl geçiyor?
Serbest çalıştığım için oğlumu okula bıraktıktan
sonra eve dönüp bilgisayar başına geçiyorum. Telefonlar, bilgisayarda işler, ev
işleri derken oğlanın okuldan dönme saati geliyor. Sonra birlikte vakit
geçiriyoruz. Şu anda iki ev arkadaşımız var. Biz kulübeye taşındıktan sonra
onlar kalacaklar burada. Onlarla ve başka arkadaşlarımızla spontane programlar,
Cuma günleri Küçükkuyu pazarına inip günü çay bahçesinde geçirmek de günlük
rutinin bir parçası.
Kırsalda sizi en çok ne zorluyor?
Soğuk havalarda ısınmak galiba. Sabahları çok erken kalktığım için soğuk eve
uyanmak hâlâ zor geliyor. Neyse ki artık soba yakmayı öğrendim, geçen sene de
performansı oldukça iyi bir soba edindik, kısa sürede bütün evi ısıtıyor.
İlk başlarda beklentilerim ve gerçeklerin
çatışması beni çok zorlamıştı. Yukarıda bahsettiğim üzere birlikte çalışan,
üreten, çocuklar için alternatif eğitim kurgulayan bir grubun parçası olma,
kısacası kolektif yaşam hayalim daha tam olarak taşınmadan suya düştü. Farklı
karakterlerde pek çok insanın bir araya gelmesi şehirde ya da kırsalda olsun
çok da farklı değil. Çatışmalar, tartışmalar, ardından uzlaşmalar... Kısacası
her şey zamanla yerine oturdu ancak başlangıçtaki romantik hayallerim
yıkıldığında epey hevesim kırılmıştı.
Serbest çalışıyorum. Ağırlıklı olarak Zeynep
Aksoy ve David Cornwell’ın yoga ve mindfulness eğitimlerinin, kamplarının,
etkinliklerinin organizasyonunu, eğitim materyallerinin çevirisini yapıyorum,
kimi zaman da eğitimler sırasında çeviri yapıyorum. Geçtiğimiz yaz bir
arkadaşımın kitabının çevirisini yaptım, ardından başka bir arkadaşımınkini
bitirdim. Organizasyon ve çeviri diye özetleyebilirim.
Kendi gıda ormanınızı yaratabildiniz mi? Üretiminiz karnınızı doyurmaya
yetiyor mu? Neleri dışarıdan satın alıyorsunuz?
Başlangıçta kırsala yerleşmekteki en büyük
motivasyonum bir gıda topluluğu olmak ve temiz gıdaya gerek tanıdığımız,
bildiğimiz üreticiler vasıtasıyla gerekse kendimiz ekerek, hasat ederek,
kısacası birlikte çalışarak ulaşmaktı. Bu yönde son derece iyi niyetli
çalışmalar oldu fakat her şeyi bırakıp buna odaklanmak gerektiğini idrak
etmekle birlikte çözülmeler oldu. Başta da ben yaptığım işi sevdiğimi ve
önceliğimin bu olduğunu idrak ettim. Zaman her şeyi netleştiriyor.
Şu anda kaynağını bildiğimiz yerel gıda
tüketimine ağırlık vermeye çalışmakla birlikte katiyen marketten almam dediğim
şeyleri de darda kalınca alıyor ve tüketiyorum. Bu yüzden strese girmektense
“olduğu kadar” yaklaşımını benimsedim zaman içinde galiba. Ayrıca olmazsa
olmazlarım da epey azaldı.
Üretim fazlanızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üretim yapmadığım için fazlası da olmuyor hâliyle.
Kırsaldaki hayatınızı paylaştığınız bir sosyal medya hesabı ya da bloğunuz var mı?
Yok. Bir dönem oğlumla oynadığımız Yaşam
Oyunu’nun Facebook sayfası var. Daha ziyade şehirde oynamıştık Yaşam Oyunu’nu.
Gerek Riva’nın okula başlaması gerekse burada o kadar da planlı programlı
yaşamamanın neticesinde Yaşam Oyunu görevini tamamladı ve tatlı bir anı oldu.
Çocuğunuz var mı? Okul konusunu nasıl çözdünüz/çözeceksiniz?
Çocuğum var. Şu an 6 yaşında. Geçen yıl burada
devlet anaokuluna gitti. Bu yıl şans eseri hayal etsem detaylarını bu kadar
muazzam kurgulayamayacağım bir düzenin içine düştük. Sonbaharda eşimin işleri
dolayısıyla 3-4 ay İngiltere’deydik. Oradayken de haberleşiyorduk buradaki
arkadaşlarımızla ve gelişmelerden haberdar oluyorduk. Çamtepe’de 4 çocukla
minik bir anaokulu kurmuş olduklarından haberdardım. Oğlumun Çamtepe’de okula
gitmesi fikri beni çok heyecanlandırıyordu ancak vaziyet belli değildi, dönecek
miyiz kalacak mıyız derken döndük ve oğlum şimdi bana yaşam okulu olan
Çamtepe’de benim de hem insan olarak hem öğretmen olarak daha ilk görüşte
kanımın kaynadığı Özge öğretmen ve yıllardır birlikte oynadığı arkadaşlarıyla
okula gidiyor. Bu satırları yazarken bile içim ısınıyor. Onun her sabah hevesle
hazırlanıp koşa koşa okula gittiğini görmek kalbimi sevgi ve şefkatle
dolduruyor. Öğretmeninin bana son derece ilham veren yazılarını https://cocuklabaris.blogspot.com.tr/p/ozgenin-guncesi.html
adresinden takip edebilirsiniz.
İlkokul konusu belli değil. Eşimin işleri
dolayısıyla yakın gelecekte sık sık yurt dışına çıkma ihtimali var. Böyle bir
durumda buraya gelip gitmesi fiziksel olarak zor olacağı için bir süre
İstanbul’a geri dönmeyi düşünüyoruz. Her an her şey olabilir. Kafayı çok
takmamaya çalışmakla ve “hayırlısı olsun”a bağlamakla beraber benim de merak
ettiğim bir konu.
Evimin penceresinden...
Kiraladığımız köy evi Adatepe’nin en tepesinde. Ön cephe vadi üzerinden ve tepelerin arasından denize bakıyor. Ömrümde gördüğüm en güzel manzaralardan biri. Mutfak penceresinden de Taş Mektep, çam ağaçları, köyün diğer evleri görünüyor. Hayatımda yaşadığım en güzel manzaralı ev. Zorluklarını çekilir kılan en önemli özelliği manzarası.
İyi ki geçen yıl gürül gürül yanarak bütün evi ısıtan sobayı aldım.
Bir de iyi ki her ne kadar İstanbul’a dönme ihtimali de olsa buraya gelip buradaki hayatı, dostlukları, yaşam biçimini deneyimledim.
Keşke yapmasaydım ...
“Keşke” kullanmayı sevmediğim bir kelime. Hayatta
“keşke”lere pek inanmıyorum. Annem hep “olan olmuştur ve iyidir” der. Yıllar
sonra benzer bir anlayışa, yani olanı olduğu gibi algılayıp kabul etmeye
Mindfulness uygulamalarında rastladığımda annemin kulaklarını epey
çınlatmıştım. Velhasılıkelam olan olmuştur ve iyidir.
Yine de “keşke”yi cümle içinde kullanmayı bir
deneyeyim; keşke doğum yapmadan önce buralara yerleşseymişim, bebeğimi burada
doğurup burada büyütseymişim...
Kırsala yerleşmek isteyenlere verebileceğiniz en önemli tavsiye nedir?
Bize de benzer bir tavsiye vermişlerdi, tası
tarağı toplayıp yerleşmeden önce ara sıra gidip belirli süreler kalarak dört
mevsimini yaşamak... Bir de tecrübe ettiğim üzere geldiğin yerle bağlantın
kalırsa kendini yeni yerdeki yaşama tamamen vermek mümkün olmuyor. İstanbul’dan
koşarak kaçtım ama geride bıraktıklarımı özlüyorum. Orada çok sevdiğim
dostlarım var, çok severek yaptığım işim her zaman İstanbul’da olmamı
gerektirmese de ayda bir seyahat etmemi gerektiriyor. O yüzden belki bir süre
kışları İstanbul’da, yazları burada olacağım. Kışları da fırsat buldukça
gelirim diyorum, çünkü buraların en güzel mevsimi sonbahar ve kış.
Çok teşekkürler sorular için.
Cevaplarken epey gerilere gittim, pek çok şeyi gözden geçirdim. Bir kere daha
ne kadar şanslı olduğumu düşünüp şükrettim. Bu tecrübe aslında hepimizin
bildiği bir klişeyi hayata geçirdi benim için “Nereye gidersen git kendini de
yanında götürürsün”. Google, anonim olduğunu sandığım bu alıntı için Neil
Gaiman’ın Mezarlık Kitabı’ndan diyor. Hoş bir tesadüf. En sevdiğim yazarlardan
biri Gaiman. Benim meselem İstanbul ya da Küçükkuyu ile değil, kendimleydi.
Tahammül edemediğim şey şehirden çok kendi içimin sıkışıklığıydı. Yolculuk
sadece dışarıda değil, aslında en mühim yolculuk insanın kendi içinde. Değişen
pek bir şey yok, birkaç yıl içinde tepeden tırnağa ben değişmedim, kendimle ve
dış dünyayla ilişkim değişmeye başladı. Kendime şefkat gösterebilmeye
dolayısıyla etrafımla da şefkatle bağlantı kurabilmeye, daha az yargılamaya, daha çok anlayabilmeye başladım. Bitirdim demiyorum, daha yeni başladım. O
yüzden galiba kırsala yerleşmek isteyenlere verebileceğim en önemli tavsiye
bunu bir hedef hâline getirmemek. Denemek, deneyimlemek, küsmemek, yaptıkların
ya da yapamadıkların için pişman olmamak, yaşadıklarından öğrenmeye açık olmak.
Kırsala yerleşmeyi gelecekte bir hedef olarak koyup her şeyi ona endeksleyerek ânı kaçırmamak... Her ne oluyorsa şimdi oluyor. Kırsalda da şehirde de...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder