31 Mayıs 2020 Pazar

Margaret Atwood'un Uçağı

Rüya bu ya, Margaret Atwood'un çift kişilik Cessna tipi uçağı bu taraflara düşmüş. Öyle kanlı, ölümlü bir kaza değil. Bir amaçla buralara uçurmuşlar, bayırın tepesine park etmişler o da önünden takoz çekilmiş el arabası misali ağır usul yokuş aşağı inmiş ve kordonda bir yerde sıkışmış, kalmış. Büyük haber! Atlıyorum bisiklete, gidiyorum. Whatsapp grupları ne güne duruyor. Haberler salınıyor, alkışlar, yorumlar, heyecanlar gırla gidiyor. Geleceğini söyleyenler de var. Bisikleti sağlam bir yere park edip olay mahaline gideceğim gitmesine ama orada arkadaşlara rastlıyorum. Park etme meselesi uzuyor. Bisikleti gövdesinden kaldırım kenarındaki parmaklıklara bağlayacağım, kısaca selam verip nereye gideceğimi söyleyeceğim ve uzaklaşacağım, kendimden emin ve kararlı. Ama öyle olmuyor. Bir absürt mini gösteriye dönüyor bisiklet bağlama işi. Hollanda işi kemerli bir köprü düşünün, altından sular akıyor, deniz gibi desem değil, nehir gibi yeşil, bulanık bir su, epey de mesafe var. Arkadaşım kaldırımın iç kısmına bisikleti bağlarsam yolu yayalar için daraltacağımı söylüyor ve kendisi tutmaya talip oluyor. Hop diye atlıyor parmaklıkların gerisine. Altından akan suya ve derinliğe aldırmadan orada bulduğu incecik denizlik misali betona basıyor ve bir bisiklet tutucusu edasıyla kollarını uzatıyor ve bisikleti kavrıyor. Kendi hâlini hiç sormayın. İki büklüm vaziyette. İşin anlamsızlığı bir yana bastığı yer o denli dar ki, orada uzun süre yorulmadan kalması mümkün değil. Ya vazgeçecek, bisikleti bırakacak, bir atlayışta parmaklıkları aşacak ya da kolları, bacakları o daracık yerde durmaktan, basmaktan ve kavramaktan yorgun düşecek ve aşağıya, sulara doğru sırt üstü gidecek. O kararlı. İlle parmaklıkların gerisinde duracak ve tutacak. İyi ya diyorum. Seni de parmaklıklara bağlayalım o zaman. Başlıyorum onu parmaklıklara bağlamaya. Bir zaman sonra bu işin saçmalığı, tuhaflığı düşüyor aklıma. Bizi çözmek istediğimiz sorundan uzaklaştırmayan, nafile bir çaba en nihayetinde. Arkadaşımın çabası içten ve gönülden ama mevcut sorunu aşmaya yetmiyor işte, onca çabasına, yorgunluğuna rağmen sorunu olduğu gibi koruyor. Bu saçmalığa bir son verip elimi uzatıyor, bulunduğu yerden çıkmasına yardım ediyorum. Bisikletten kurtuluyor ve Margaret Atwood'un uçağını görmek üzere koşuyorum. Koşuyorum koşmasına ama tek gördüğüm daracık yerde manevra yapan bir otobüs. Kalabalık dağılmaya yüz tutmuş. Anlıyorum uçak çoktan çekilmiş, büyük gösteri kaçmış ama içimdeki umut da canlı. Otobüs bir çekilsin göreceğim uçağı. O denli inanıyorum. Otobüs dönüyor, uçağın sıkıştığı yerde koca bir boşluk. Başımı yeniden otobüse çeviriyorum. Arka pencerelerden birinde yaşlıca, aydınlık yüzlü bir kadının gülümseyerek dışarı baktığını görüyorum. Aa Margaret Atwood değil mi, o? El sallıyorum. O da bana sallıyor. El salladıkça cildi gençleşiyor, saçları siyahlaşıyor. Atwood değil belki de, aman kimin umurunda diye geçiyorum içimden. Bir kere daha sarılıyorum gerçeğime: Margaret Atwood bana el salladı. Ellerimi cebime koyup dağılmaya yüz tutmuş kalabalığın içine giriyorum, tanıdık yüzler bulmaya ve konuşmaya. O an, rüyanın içinde, asıl arzu ettiğimi yitirdiğim dakikalarda ona kavuşsam bulacağımdan çok daha güçlü bir duygu içinde buluyorum kendimi. 
Pişmanlık dolu bir rüya değil, bu. Daha çok nasıl desem, küçük bir aydınlanma ânı. Söze döküldüğünde her rüya eksiktir ve fakat buluşumu kıssadan hisse niyetine sizinle de paylaşayım istiyorum.
"Asıl amacınıza, niyetinize uzanan yolda, hevesinizi, heyecanınızı donanmış yürüyorsanız, hele de yola vaktinde çıktıysanız, önünüze çıkan her yardım teklifini kabul etmeyin. Bu istenmeyen, beklenmedik teklif hele hiç de hesapta olmayan zorluklar çıkarıyor, sizi asıl hedefinizden uzaklaştırıyor ise, nazikçe teşekkür edin ve yola devam edin. Yol sizin, kazanç da, kayıp da... 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder