Bitmeyecek Tartışma: Sanat kimin içindir? Yazar neden yazar? Kimin için
yazar? Fakir Baykurt’un Barış Çöreği adlı kitabında yer alan “Yazar”
öyküsü üzerinden bir bakış denemesi
Barış Çöreği Fakir
Baykurt’un ilk kez 1982 yılında Almanya’da yaşadığı dönemde yayımlanan öykü
kitabıdır. Kitapta yer alan yirmi üç öykü 1979 ile 1981 yılları arasında
yazılmıştır. Öykülerin büyük çoğunluğu, Fakir Baykurt’un da 1977 yılından beri
yaşadığı Druisburg kenti başta olmak üzere Almanya’da geçmektedir. Öykü
kahramanları, İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden ayağa kalkmaya çalışan
Avrupa’nın gereksinim duyduğu göçmen işçilerin çocuklarıdır. Öyküler birinci
tekil şahıs anlatıcı aracılığıyla aktarılmıştır. Bu tercih sayesinde okur ilk
elden, sahici bir deneyime tanıklık eder. Deneyimin aktarılmasının esas
alındığı öyküler peş peşe okurun karşısında çıktıkça, öykü kişileri ve onların
yaşam hikâyeleri çoğalır, üst üste biner. Okuma süresi boyunca Türkiyeli göçmen
ailelerin geçim sıkıntıları, hayalleri, umdukları, buldukları, uyum sorunları,
vatan ve toprak özlemi, dayanışmaları ile hemhal olan okurun zihninde Avrupa’da
göçmen olmaya dair silinmeyecek bir iz kalmıştır, artık. Fakir Baykurt’un tarafı
bellidir. O, yazılarını belli bir amaç için yazmaktadır. Yaşanılan acılar
unutulmasın, duyulsun ve bireyi dönüştürsün diye kaleme almaktadır. Henüz
kitabın açılış öyküsü olan Yazar’da kendisini de bir öykü kahramanı
olarak metne yerleştirerek bu ereğini okurla da paylaşır. O, öyküler yoluyla
bir ülkede öteki olma deneyimini aktaracaktır. Öykünün anlatıcısı da olan
kahramanını bu amaç doğrultusunda şöyle konuşturur:
Bir gün, “Babalarımızdan eli kalem tutan yok. Bizi de kimse
adam yerine koymuyor. Bu durumlarımızı kime anlatalım?” diye düşünüp dururken,
bir yazar geldi okulumuza. Bahçeye çıkmıştık. Türk öğretmen İsmet Akdağ ile
geçtiler yanımızdan. Bilmiyorduk yazar olduğunu. Bilsek de bir yazarın kaç
yazdığını yeterince bilmiyorduk. Geçerken bana bir baktı. Gözleriyle çevresini
durmadan tarayan bu adamı az sonra sınıfımızda dikilir bulduk. Öğretmenimiz
tanıştırdı. Sonra konuşmaya başladı bu:
“Anlatın bakalım nasılsınız? Neler yapıyorsunuz Almanya’da?
Geleceğinizi nasıl görüyorsunuz? Babalarınızın, analarınızın yaşayıp da pek
ayırdına varmadığı bu yaşamı anlatın. Siz onların çocuklarısınız. Kabul
ederseniz, ben de yazarınız oluyorum.”
Görüldüğü üzere Fakir Baykurt, bu ifade ile öykünün
sınırları dışına çıkarak sanatçı olarak durduğu tarafı, “Sanat toplum içindir”
şiarını benimsediğini, öyküler aracılığıyla tüm yerinden yurdundan edilenlerin,
kimsesizlerin sesi olacağını, onların deneyimlerini okura ileteceğini açık
seçik duyurmaktadır.
Öykü, anlatıcının kafa karışıklığı ve şaşkınlığı
ile devam eder.
Önce sustuk biz. İlk kez bir yazar gördüğümüz için
şaşırdık. Kireç kaplı duvarlardan ses geldi, bizden gelmedi.
İlk kez bir yazar gören, belli ki hem yazarın hem de
öğretmenin otoritesinden çekinen çocuklar hem geldikleri ülkeyi, hem de
ayrıldıkları ülkeyi güzeller, “İyi, her şey yolunda,” demekle yetinir. Yazar,
hem şefkatlidir, hem de sabırlı. Gülerek dinler. Başka Avrupa ülkelerinde
dinlediği göçmen hikâyelerinden örnekler verir, çocukların güvenini kazanır ve
onların hikâyelerini bir bir toplamaya başlar. Yazım süreci bitip de ilk
verimlerini sınıfta paylaştığında öykünün anlatıcısı okuduklarından çok
etkilenir. Deneyimini şöyle dile getirir:
Bir gelişinde, bizim anlattıklarımıza dayalı olarak
yazdıklarını getirmiş, birkaçını okudum. Bunlar, nasıl anlatayım, pişmişti
örneğin. Kopuk kopuk öykü kırıntıları, insanı vuran, öfkelendiren öyküler
olmuştu. İşte biz bunu yapamıyorduk. Acıyı yaşıyorduk, öfkeyi duyuyorduk da,
böyle etkileyici olarak anlatamıyorduk. Parmak kaldırıp bunun nedenini sordum.
“Ee, yazarlık budur!” dedi gülerek.
Sonra sürdürdü konuşmasını.
“Bir amaç için yazılır yazılar, öyküler… Ben sizin burada
acılar içinde olduğunuzu biliyorum. Birer fidan gibi sökülüp getirildiniz
oradaki toprağınızdan. Ama buradaki toprağa yerleştirilmediniz. Hiçbir yere kök
salmadınız. Attılar açığa, kurudunuz. Ayıptır bu! Bunu yapanların ayıbı! Şimdi
de yalan söylüyorlar, kendinizin, ya da babalarınızın kusuru gibi söylüyorlar
bunları. Bu derece de yüzsüzler!”
Bu tanıklığın ardından anlatıcı çocuk, yazarlık kimliği
üzerine düşünür ve yeniden tanımlar. Ona göre yazar, dilsizi dile getirendir.
Dilsizin acısını, öfkesini, isteklerini anlatabilendir. Bu tanımla beraber,
yazar olmaya dair güçlü bir istenç duyar içinde. Günün birinde babasıyla
paylaşır düşüncelerini, isteğini ve de çekincelerini…
Babası şöyle yanıtlar oğlunu:
“Fakir Baykurt anasından yazar doğmadı. O da senin gibi
çocuktu. Belki donunu toplayamazdı küçükken. Çalıştı, uğraştı, oldu. Sen de
çalışır uğraşırsan, olursun! Hem de asıl sen anlatırsın yaşam denilen denizde
bizim çektiklerimizi! Bir daha kimse çekmesin diye, ortaya daha vurucu kanıtlar
koyabilirsin, dedi.”
Bana kalırsa, Fakir Baykurt, bu diyalog aracılığıyla emanet
edilen hayatları dile getirmenin ne denli güç bir iş olduğunu, yazarın gözlem
yapsa da, hikâyeler toplasa da, birinci elden tanıklığın samimiyetine, özüne
varamayacağını ima ediyor; daha da önemlisi ikinci kuşak göçmenleri (söz konusu
tarihte) kendi hikâyelerini yazmaya,
sanat aracılığıyla bireysel var oluşlarını açığa çıkarmaya davet ediyor.
İlk öyküden itibaren kitabın bütününe yayılan bilinçli tutum,
dilsizin acısını, öfkesini, isteklerini anlatmak olduğu halde öykülere hâkim
olan atmosfer, öfkeli ve mağdur olmaktan çok uzaktır. Öyküler gücünü realiteden
alır. Yazar söz oyunlarına, imgelere, metaforlara başvurmaz. Yalın ve basit bir
dili benimser. Diyaloglarda gündelik dili kullanır. Öykü kişilerinin konuşurken
araya Almanca kelimeler soktuğu, zaman zaman ana dille kendilerini ifade
etmekte yetersiz kaldıkları görülmektedir. Çocukların yaşadığı eğitim öğretim
sorunlarını, çift dilli yaşamanın zorluklarını örnekleyen bu gibi durumlar, Yazar öyküsünde bahsi geçen yerinden
sökülmüş fidan örneğini akla getirir. Okur da artık yazarın tarafındadır,
meseleye aynı duyarlılıkla bakmaktadır ve sanat amacına ulaşmıştır.
Sonuç olarak Fakir Baykurt, Barış Çöreği adlı
eserinde bireyselden yola çıkarak toplumsal olanı, eleştirilmesi, görülmesi
gerekeni aktarmış, anlattığı yaşamlar zor dahi olsa her bir öykünün içine
yaşama coşkusunu, uyum becerisini, mizahı sığdırmayı bilmiş, her defasında
küçük de olsa bir çözüm önerisiyle, değişimle biten, okurda neşe ve umut
karışımı bir duygu uyandırarak sonlanan öyküleriyle aradan geçen kırk iki yılda
güncelliğini korumayı bilmiştir.
*Başlık Fakir Baykurt’un “Yazar” adlı öyküsünden alınmıştır.
** Bu yazı Tetkik Dergi Ağustos 2020 sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder