10 Ağustos 2020 Pazartesi

Kensiymiş Gibi Edebiyatburada'da

 Hayatın Kendisi Olan Öyküler

Tuğba Gürbüz’ün ikinci öykü kitabı  ‘Kendisiymiş Gibi’ hayatın rutin hȃllerini anlatan on sekiz kısa öyküden oluşuyor. Tuğba Gürbüz’ün öykülerini okumak, bulutsuz havada gökyüzüne bakmak gibi bir şey.  Yazarın yarattığı öykü kişileri, halkın içinden adeta cımbızla çekip çıkardığı entelektüel olmayan ilginç tiplerdir. Bunun yanı sıra Gürbüz’ün  öykülerinin kişisel iç çatışmalarının aksine nesnel bir kalemle yazıldığı görülür. Topluma ve kendine karşı duyulan tutkulu sorumluluk olduğu da söylenebilir.

Kitapta dikkatimi çeken ilk öykü ‘Bir Şekerleme İster misin Massi?’ de sınava giren öykü kahramanı, hocasını babasının hareketleriyle örtüştürür ve profesörün yazdığı roman kahramanlarını anne ve babasına benzetir.

“Bana yazmayı öğretin profesör, kelimelerle öç almayı. Babam hakkında yazdıklarınız tek katmanlı. İşin kolayına kaçmışsınız profesör. Sizden çok daha iyisini beklerdim. Gücünü, merak edilen gerçeklik duygusundan alan bir roman için bu kadarı yeterli diye mi düşündünüz? Sahi, annem anlattığınız kadar ateşli mi? Bana abartıyor gibi geldiniz.” (s. 21)

Merdümgiriz’de, son zamanlarda medyadan sıkça tanık olduğumuz bir olay var. Aile kavgasına tanık olan kahraman, kadını savunmak için kadının kocasını döver. Ama kadının yerde kanlar içinde yatan kocasının elini tutmasıyla kahramanımız yaptığı hatanın bilincine varır, hemen olay yerinden uzaklaşmaya çalışır. Ayrıca yazar bu öyküde kişisinin güzel sanatlarda okuyan sevdiği kız için yaptıklarını yazarak bize gençlik aşklarımızı hatırlatır.

“Kadın, yaralının elini şefkatle tutuyordu. (Bu hiç de iyiye işaret değil.)’Aile kavgası işte. Ne halt yemeye giriyorsun araya. Hadi girdin diyelim, ne demeye damı elinde kalacak şekilde dövüyorsun. Kabak başına patlamadan sıvışmaya bak!’ diye düşündü.” (s. 41)

Kendisiymiş Gibi’de yazar, okurunu insanȋ duyarlılığa çağırırken iyimserliğini korur.  Gençliğinin yitip gitmesiyle sağlığını, dinamizmini kaybeden öykü kişisi gerçeklerle yüzleşir ve gençliğini hatırlar. Öte yandan bu küçürek öykünün birçok gerçekleri barındırması da dikkat çekici.

“Kendisiymiş gibi bakıyor. Çok da emin değil. Belki de bir başkasıdır. Bu eller, bu kırlaşmış saçlar, bu yaşlılık lekeleri… Eller gizleyemiyor yaşı diye düşünürdü eskiden. Ne kadar eskiden? Bu lekelere sahip değilken öyle düşünüyordu herhalde.” (s.65)

Tuğba Gürbüz çağdaş öykü tekniklerinden yararlanarak nesne öyküleme tekniğini gerçekçi bir yaklaşımla yazmayı ‘Ama İsmail’de de devam ettirir. Bunu yaparken imgeler ve deneyimlerinden faydalanır ve süslü, gösterişli cümlelerden uzak kalmayı başarır.

‘Ama İsmail’ çok konuşan, karşısındaki insana aman vermeyen kişileri hatırlatır okuyucusuna. Gürbüz, kısa cümleleri, güzel, yerinde benzetmeleriyle hoş bir öykü çıkarır meydana.

“İsmail konuşuyor da konuşuyor. Sesine susamış gibi kana kana içiyor ya da dışına dışına savuruyor. Eski karısını, oğlunu anlatıyor boyuna. Yeni kocayı, oğlanın terapist ve gölge öğretmen ihtiyacını… Anlatıyor da anlatıyor. Çok hızlı konuşuyor. Öyle ki araya girmek mümkün değil. Bazen bir iki kelime atıyorum ortaya, onu yavaşlatmak, “Ben de buradayım,” demek için. Sorum yeni bir kapı açıyorsa, pasımı görüyor ve hızını kesiyor. Kelimelerimin, varlığımın bir değeri yok gibi. Kelimelerimi oltaya takılmış yem misali salıyorum masaya. O yemi çalıp giden kurnaz balık, ben acemi balıkçı.” (s.70)

Sonuç olarak: Tuğba Gürbüz'ün belleğinin derinliklerinden yeniden doğan öyküler, kitap boyunca okuru büyüye kapılmış bir şekilde imgeden imgeye geçirir, okur kendisini öykü içinde gezinirken bulur. Gürbüz'ün izini sürdüğü öyküler arasında bir tür geçişkenlik olduğu düşünülebilir. Kaleme aldığı öykünün kahramanıyla adeta bütünleşerek yazarın varlığı her satırda hissedilir. Keyifle okuyunuz. 

Göksu N. Çakır'ın Edebiyatburada 'da yayımlanan yazısına buradan ulaşabilirsiniz. 

 

Kendisiymiş Gibi, Tuğba Gürbüz, Notabene Yayınları, 80 s. Şubat 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder