Fikir, Edebiyat, Kültür ve Sanat Mustafa Enes Ardıç
Yeni bir yazar için yeniyi arayan bir yayınevi öncelikli olmuştur. Tuğba
Gürbüz’ün öykülerinden söz edeceğiz; ancak öncelikle yayınevi güzellemesi
yapmam gerektiğini düşünüyorum.
Keşfedilmemiş şarkılar, filmler, kitaplar keşfetmek özel bir arayış, uğraş
benim için. Önce Tuğba Gürbüz’ü ardından da NotaBene Yayınlarını keşfettim.
Biraz geç kalmışlık hissi çöktü üzerime. Yazarın ilk kitabı “Lodos Çarpması” adlı
doksan küsur sayfalık bir öykü kitabı. Pandemi kurallarına riayet ederek bir kitapçıya gittim. Kitabı aldım, kitapçının önündeki kafeteryaya oturdum. Kitabın oracıkta biteceğini bilseydim daha hazırlıklı giderdim. Kısacık öyküler, bu insanlar nasıl kitap yazıyorlar, diyerek baştan eksi
verdiğim kitaba oracıkta tutuldum. “Kısacık” ile kocamanı anlatmak zanaatı yazar olmak. Şiirde de böyle, öyküde de.
Lodos Çarpması’nı okuduktan sonra değerli yazar Tuğba Gürbüz’e ulaşmaya çalıştım ve samimi iletişimiyle
karşılaştım. Kendisi ile kısa bir mülakat yaptıktan sonra verdiği söyleşileri okuma fırsatı buldum. Okurlarımız da internet
ortamında yayımlanan bu metinlere ulaşabilirler.
Kendisiymiş Gibi, yazarın tıpkı ilk kitap gibi bir öykü kitabı. İçerisinde toplamda 18 öykü var. Öyküleri okurken
insan günlük hayatta eksiğini gördüğü bir durum için tamamlamak istediği şeylerin içinden geçirir ya hani, onların tamamlanmış olduğu hissediyor. Çok beylik sözler etmek istemiyorum; ancak kısa kısa enfes öyküler okuduğumu söyleyebilirim.
Yazar bir hekim, en önemlisi de bir anne. Anne gözünden, kadın gözünden, hekim gözünden öyküler okuttu bana. Ne de güzel oldu. Şahsen edebiyatın içinde böyle yazarların olmuş olması beni çok heyecanlandırıyor. Üstat Mehmet Akif bir veterinerdi, Oğuz Atay bir mühendis, birçokları asker, mimar. Yani sosyal bilimlerin alanıymış gibi algılanan
edebiyat alanına ciddi katılımlar yapan sayısal, fen zekâsıyla düşünen insanlar, yazmak meselesinin ne kadar da ayrıştırmayan, sınıf tutmayan, his işçiliği olduğunu göstermiştir. Tuğba Gürbüz’de bu perspektiften bakıldığında çok başarılı bir yazar.
Kendi ifadelerinden aktarımla evlatçığı ve sosyal hayatına ilişkin sorumluluklarından ötürü henüz bir roman çalışmasının olmadığını öğrendim; ancak eklemek isterim ki kendi belirlediği çıta seviyesini kendi yazdıklarıyla daha yukarıya taşıyacağından eminim. Ne güzel olurdu Tuğba Hanım’dan bir roman okusak. Popüler kültürün ticari maksatlarla
amiyane tabirle gözümüze soktuğu yüzlerce eski, klasik kitap şuracıkta duradursun; çağımızın yazarlarının neler anlattığına kulak kabartmalıyız derim.
“Kendisiymiş Gibi” insanların kendisinden başlayıp kendisine giden bir yolculuk kitabı bence. Her öyküden sonra
düşünme, karar verme dürtüsü yönelimine itiyor insanı. Kitabı okuyacak olanların aradıklarını bulabilmeleri umarım. Ülkemiz için; okuyan, okutan, anlatan, yazan insanların diyarı olmayı dileyerek ve Tuğba Gürbüz'ün öykülerini okumanızı önererek yazımı tamamlamak istiyorum.
* Bu yazı Tetkik Dergi'nin ağustos sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder