8 Eylül 2020 Salı

GÜZ GELİRKEN...


Ağustos ayını her gün 1667 kelime yazarak geçirince eylülün ilk günleri kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyorum. Bir yanda artık iyice kendimi kaptırdığım yoğun yazma pratiği diğer tarafta pandemi sürecinde yazdıklarımı da eklediğimde 100 bini aşan kelime... Bir arkadaşıma dediğim gibi sürekli yazıp çekmeceye atmak olmaz, yalnızca yazmanın ve biriktirmenin hazzıyla yetinmek olmaz. Şimdi biraz duraklama, yazdıklarımı okuma, sınıflandırma, eleme, benzerleri bir araya getirme, öykü fikirlerini ayıklama ve onları ilerletmek üzere çalışma zamanı. Öncelikle okumak zamanı. 
                                                                             *
                                                                        
Artan vaka sayısı  (her ne kadar yakından takip etmesem de) ve okulların online bile olsa açılmasıyla klasik güz mevsimine geçiş yapıyor bünyem. Doğum günüm kapıda. Hava sıcaklığı her ne kadar sıcak gitse de deniz sezonu kapanmış, okumak yazmak özlemi had safhada, ev içine girip elimdeki malzemelerle hemhal olmak ve üretmek için sabırsızlandığım bir dönemdeyim. Ürünü bol bir sezon olmasını ümit ediyorum. Bir yanım Deniz için endişeli. Bana bunca iyi gelen yavaşlama ve içe kapanma hâli onu beni olduğu kadar tatmin etmiyor. Bu sonbahar ve kışı onun için daha keyifli olabilecek şekilde düzenlemediğim için kendimi kötü hissediyorum. Beklenen kapıdayken buna el atmadığım için bir parça suçluluk duyuyorum. Nasıl telafi ederim, bu süreci nasıl yönetirim bilmiyorum. Bu henüz bilmeme hâlinin de vardır elbet bir hikmeti. Bir kez daha sürece güvenmeyi seçiyorum. Umulmadık olanın içinden çıkacak güzelliklerle buluşmayı diliyorum. 
                                                                             *

Hemen herkes gibi benim de zihnimin bir yanı salgınla, bir türlü varamadığımız peak noktasıyla, aşıyla, aktif biçimde yürüttüğüm işimi ne zaman ve hangi koşullarda yavaşlatmam gerektiğiyle ilgili. Net cevapların olmadığı, muğlak bir alan orası. O yüzden sıkça yaptığım gibi  KBBci bir arkadaşıma başvurdum. İkinci dalganın peak noktasıyla ilgili tahminini, öngörüsünü sordum. 1 Mart'ı gören, finallere kalır, dedi yarı espriyle karışık. Hedef belli. Gelecek yaza sağlıkla kavuşmak, aşılarımızı olmak ve derin bir oh çekmek... Vay be ne günlerdi demek hep beraber, sevdiklerimizle. Dışarıdaki umarsız kalabalığı görünce meslekten dolayı onların dikkatsizliğinin, özensizliğinin ceremesini çekmek istemediğimin farkına varıyorum ve korkuyorum. Evrim sürecine bakıldığında korkunun özünde bir yol gösterici olduğu, gayesinin bizi hayatta tutmak olduğu da aşikar. Cesur olmak, ahmaklık değil neticede, korkuya rağmen yaşamak, önlemlerini alarak yaşamak. Geçen bahardan öğrendiklerimizle bu güzü ve kışı sağlıklı geçirmek için kendi adıma yeni önlemler alıyorum, alacağım. Sosyalleşme ortamımı açık havada yan yana oturmak ve yürüyüşle sınırlayacağım örneğin. Beraber yeme içme ortamı yaratmayacağım. Sağlıkla başladım  
                                                                                 *

Birkaç hafta önce şiddetli bir batın ağrısı ile acile gitmek zorunda kaldım. Yapılan tetkikler neticesinde diyabet adayı olduğumu öğrenmek bana ağrımı unutturdu. Diyabete yakalanmadan bu bilgiye sahip olmak, süreci yavaşlatmak, tamamen durdurmak elbette mümkün. Şimdi kızımın babasıyla baş başa kısa bir tatil yaptığı bu günler bana alternatif beslenme yollarını pratik etme fırsatı tanıdı. Zorlanmadığımı, aç kalmadığımı fark etmek de ziyadesiyle mutlu etti. Şifalanmak uzun bir yol. Değişimi kalıcı kılmak, etkilerini görmek için sabır ve süreklilik gerekiyor ki bu da bende fazlasıyla mevcut. Ezcümle "sağlığa evet" dediğim günlerden geçiyorum. Bir yıl içinde olumlu anlamda büyük değişim bekliyorum kendimden. Bunu da yeni yaşıma dair muradım olarak şimdiden yazayım buraya. Zira geleceğe dair çok hayalim var. Penceresinden Midilli, Limni ya da Semadirek adalarından birini gören bir evim olacak daha. Evin bahçesinde zeytin ağaçları olacak. Bir hamakta kitaplarla koyun koyuna yatacağım ve Delice Zeytin dinleyeceğim. Elbirliğiyle sofralar kurulacak, kızım boyumu yakalamış olacak, bir kedi sürünecek bacaklarıma, belki de bir köpek. Verandada bir rüzgâr çanı asılı olacak, sallanacak ağır usul. Begonviller sarmış olacak evin taş duvarlarını. Ayaklarım çıplak olacak, gözüm ufuk çizgisinde. Yazacak, okuyacak çok kitap, yapılacak çok sohbet, sarılacak çok insan var daha, pek çok. O yüzden bu günleri virüse yakalanma korkusuyla değil, sağlıklı günlerin hayaliyle geçirmek gerek. 
                                                                              *

Pazartesi günü doğum günüm. Kimi yıllar kendimi şımarttığım ve ailece tatile çıktığımız zamanlar hariç sırf doğum günüm diye çalışmamak hiç aklıma gelmemişti. Ne tuhaf! İşte bu yıl bunu bozuyorum. Bundan böyle doğduğum gün çalışmak yok. Annem ve kızımla geçireceğim o günü. Şimdi hazır online ders de sabah saatine çekilmişken nereye kadar gider yol bilmiyorum henüz ama temiz hava almak istiyorum, alabildiğine ağaç görmek ya da alabildiğine maviliklere bakmak... 


Bu da bu yazının şarkısı olsun. Bir sonbahar günü İstanbullu olduğum için ve de en güzel güz şarkılarından biri olduğu için... 













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder