Eskiden mezarlıklardan çok korkardım. Bana telafi edilemez, yerine konamaz bir acıyı, donma halini hatırlatırdı her an. Küçücük bedenimle ne yapacağımı bilemediğimden inkar etmeyi, yok saymayı tercih ederdim. Babamı kaybedene kadar Ordu'ya gelemem de ondan belki kim bilir. Şimdi amcamın mezarının kenarına oturmuş bu satırları yazıyorum. En güzel yerlere saklamışız oysa onları. Babam, Alper, amcam, babaannem, dedem, Pembe babaanne yan yana, servilerin altında. Kuş seslerine, top oynayan çocuk sesleri karışıyor. Komşu evlerden birbirine sesleniyor kadınlar. Kavrulmuş soğan, sarımsak kokusu yükseliyor mutfaklardan. Hayat devam ediyor. Ziyaret edildiği sürece unutulmazmış ölüler. Ne şanslılar ki, hep bir Alaybeyoğlu geliyor geriden. Toprağına ve köyüne bağlı. Babamın üzerini otlar sarmış. Boğar gibi sarmaşıklar kuşatmış. Çıplak ellerimle yoldum her birini. Araya bir de ısırgan girmiş galiba. Avcumdaki yangı çok da mühim değil. Ebeveynle çatışmak da büyümenin bir parçası neticede.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder