Bugün Sani'nin kısırlaştırılma operasyonu vardı. Gece on ikiden sonra suyunu, mamasını ortadan kaldırdım. Yorgunluk ve bir an evvel uyuma isteği ağır bastığından her iki kabı mutfağa götürüp kapıyı kapamak yerine antrede dresuarın üzerine bırakmışım. Anlık bir şey, bir tür üşenme hâli.
Sani bu kendi işini kendi görecek, saat yedi bile değilken daha sen o boşları fark et, atla dresuarın üzerine, şangır... Tuzla buz olmuş cam ve seramik parçalarını süpürerek başladım güne. O saatte elektirk süpürgesi çalıştıramadım haliyle. El süpürgesiyle temizleyebildiğim kadarını aldım. Biraz oturdum. Yatağıma geri döndüğümde Deniz'in verevleme yatarak her yanı işgal ettiğini gördüm. Biraz onun yatağı, biraz ev içi gezinti derken veterinere gitme saati geldi. Onam formunu imzaladım. Kutusuyla aldılar, götürdüler içeri. Bütün gün sürdü pişmanlık, rahatsızlık karışımı tuhaf bir his. Sen yani ben kim oluyorum da, kediyi alıp kısırlaştırmaya götürüyorum. Ya bir şey olursa ile ne hakkın var arasında bir salınım. Tüm iddiam, onun sağlığı, kızışma döneminde evden kaçması, erkek kedilerle rekabete girip yaralanması, dişileri hamile bırakıp sokaklardaki sahipsiz kedilerin daha da çoğalmasını engellemek üzerine idi. Veteriner kızışan erkeklerin kat, yükseklik demeden pencereden, balkondan atlayabildiğini söylediğinden elimi çabuk tuttum. Bir kaza olmadan halledeyim istedim. Ama, işte yine de bir yanım huzursuzdu. Akşam onu almaya gittiğimizde kutusunun içinde pek mutlu görünmüyordu. Yara yerini yalamasın, oynamasın, kanatmasın diye taktıkları boyunlukla pek mutsuzdu ve de huysuz. Eve geldik. Kutusundan çıktı. Boyunluk değil de sanki bir gökdeleni yığmışsın üzerine gibi kafası öne eğik, kaldıramıyor, yürüyemiyor. Karnını doyuramıyor, su içemiyor. İçim elvermedi elbette, çıkardım boyunluğu. Bizimkinin keyfi yerine geldi. Yemeğini yedi. Akşam yemeği sırasında sofraya sulandı. Kendisine bizim tabaklardan altlık yaptı. Hopladı, zıpladı hatta. Veteriner, bazen operasyon sonrası kızgın olurlar, huyları değişir, dedi. Kızmış mıdır, küsmüş müdür acaba derken baktım ki, huyu suyu aynı, munis bir pisicik. Belli ki canı da pek yanmıyor. Umarım iyileşme süreci böylece geçer, gider.
Çalışmadığım halde günüm çok verimsizdi. Deniz'in uyanmasını beklemekle geçti sabah. Öğlene doğru uyandı, kahvaltı yaptı. Ben de temizliğe giriştim. Salonda duran iki sandığı çekince Sani'nin altına sakladığı hazineleri de buldum. Kabuklu fındık taneleri (üç dört tane kadar), jelatine sarılı anasonlu şeker (mavi parlak ve yuvarlak hem de ağızda taşıması kolay), azı dişi şeklinde yeşil bir silgi (kullanılmaktan bacakları kısalmış), tavus kuşu tüyleri parçaları (sandığın arkasında vazo içinde duran tüylerle oynamayı, onları perişan etmeyi seviyor) ve nadide parça ölü bir çekirge. (bunu Deniz'e söyleme konusunda tereddütlüydüm ama sonunda ağzımdaki baklayı sakladım.)
Çekirgeyi söylediğimde Deniz'in iğreneceğini düşünmüştüm. Oysa o hüzünle karışık bir kabullenmeyle "Sana bizi sevmiyor demiştim," dedi. Açıklayayım.
Deniz'in Sani ile ilgili bazı şüpheleri var. Netflix'te yayımlanan Kediler Hakkında Her Şey adlı belgeselde Carl adlı kediye yapılan sosyal deneylerin (ismine karşılık verme, mama-oyuncak-sahip üçlüsünden sahibi seçmek vb.) hepsinden Sani sınıfta kaldı. Deniz hükmünü verdi. Sani, Carl gibi sahibini sevmiyor. Çekirgeyi de yatağımıza taşımak yerine sandık altına gizlediğine göre, Deniz haklı olabilir. Sarı oğlan ya bizi sevmiyor ya da biraz obur. İyimserliği elden bırakmamaktan yanayım. Çocukluğuna ve oburluğuna veriyorum.
Soğuk bir şeyler içme isteğim, Sani'nin oburluğunu doğruladı işte. Buzdolabının kapağını kapadığım anda arkamda bitiverdi tüy yumağı, elimdeki içecek kutusuna meyletti. Şeker senin için iyi değil, dedim, süte razı ettim. Az sonra bıyıklarını yalaya yalaya gelir, klavyenin üzerine kurulur, şansım varsa, sırtını dayar ekranın arkasına. Her ne yaparsa kabul ne de olsa bugün ameliyattan çıktı. Biraz naz hakkıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder