Özge Bahar Sunar ile söyleşi: “Çocuklar oynasın diye yapılan oyun parkları bile yetişkin dünyasının bir uzantısı”
Özge
Bahar Sunar üretken bir yazar. İlk kez 2017’de yayımlanan “Kirpi ve Sergi” ile
okurlarla buluşan Sunar’ın yayımlanan kitap sayısı on üçü buldu. Kitapları
Moğolca, Arapça, İngilizce, Çince, İspanyolca, İtalyanca, Katalanca, Korece,
Tayvanca, Makedonca gibi farklı dillere çevrildi. “Anneannemin Fotoğrafları”
adlı kitabı İngilizce, Çince, Rumence tiyatro oyunu olarak sergilendi. “Yağmur
Adam ve En Güzel Dans” adlı kitabı Communication Arts
2019 Mükemmellik Ödülü ve IBBY Engelli çocuklar için öne çıkan kitaplar seçkisi
ödüllerini kazandı. Sunar ile çocuk edebiyatına yaklaşımından, hikâyelerinin
doğuşuna, yazma alışkanlıklarından resimli kitapların yayına hazırlanma süreci
ve farklı dillere çevrilmeye geniş bir yelpazede konuştuk.
Yazmaya nasıl başladığını anlattığın metinde, sözlü
anlatıdan yana zengin bir evde büyüdüğünü ve hayali arkadaşların olduğundan
bahsediyor; bunların gerçekle hayal dünyası arasında bir köprü inşa etmene yol
açtığını söylüyorsun. Sence yazar gerçekle hayal dünyası arasında köprü kuran
kişi midir?
Evet bence yazar hayal kurabilen, kurduğu hayali detaylandırabilen,
bunu da kelimeler aracılığıyla yaşadığımız dünyaya taşıyabilen kişidir. Hayal
kurmak doğuştan gelen bir özelliğimiz olmasına rağmen gücü onu ne sıklıkta
kullandığımızla ilgilidir. Anneannemin hayal gücünün çok yüksek olduğunu
hatırlıyorum. Hemen her gün bir çocuğun duyunca heyecanlanacağı fantastik bir
hikâye anlatırdı. Ben de kendi çapımda ona yetişmeye çalışır, bolca hayal kurar
ve hayallerimi özgürce anlatırdım. Şimdi de aynı şeyi yapıyorum yalnız bu sefer
hayal üzerinde epeyce çalışarak onu bir hikâyeye dönüştürüyorum.
Metinlerinde hep bir kendilik arayışı sezinliyorum.
Bireyin özgürlüğü, özgünlüğü, seçim yapma gücü olduğunu anlatabilmek için
ulaşabildiğin en küçük yaş okur grubuna seslenmek ister gibisin.
Evet derinlerde bir yerde bu tür bir çağrı yaptığım söylenebilir.
İçinde büyüdüğümüz toplum, eğitim sistemimiz, bize sunulan yaşam alanları tek tip
insan temeline dayanıyor. Elbette istisnalar vardır ama herkesin birbirine
benzediği, aynı şeylere ihtiyaç duyup aynı şeylerden korktuğu toplulukları
yönetmek çok daha kolaydır. Bu yüzden toplumsal uygulamalar hep bu tekdüzeliği
destekler. Bunu aşmak için kişinin öncelikle kendi varlığının farkına varması,
neleri isteyip neleri istemediğini bilmesi ve buna göre bir yaşam modeli talep etmesi
gerektiğini düşünüyorum. Hikayelerimde özellikle bu konuyu vurgulamayı
amaçlamasam da dert edindiğim şeyler bir şekilde metinlerime sızıyor.
Picture book dediğimiz resim ve yazının birbirini
desteklediği, dengelediği, yazarın çizerin, çizerin yazarın önüne geçmediği bir
alanda üretim yapıyorsun. Buradaki işbirliğini, çalışma şeklini merak eden
okurlarımız olacaktır. Neler söylemek istersin?
Evet, dediğin gibi yazar ve çizerin birbirinin önüne geçmediği bir
alanda emek veriyorum.Resimli kitaplar özelinde yazar, çizer ve editör işbirliğinin
çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Pek çok yayıneviyle, editörle ve çizerle
çalışma şansı yakaladım. Genel olarak bu işbirliği metnin yayınevi tarafından
kabulüyle başlıyor. Editörün çalışma şekline bağlı olarak bir yandan metin
düzenlemeleri yapılırken diğer yandan hikâyeye uygun çizim arayışına giriliyor.
Bu süreçte editörlerin yönlendirmesini değerli buluyorum. Çizerlerin portfolyolarını
inceleyip ortak bir kararda buluştuktan sonra çizere teklif götürülüyor. Çizer
de metni beğenir şartları kabul ederse çalışmalar hızlanıyor.
Çizim süreçlerinde çizerin sanatını icra etme tercihine saygı duymak
gerektiğini düşünüyorum. Bazı çizerler yazarla yoğun iletişimde olmayı önemserken
bazıları da bunu istemeyebilir. Her iki türlü de çok güzel sonuçlar aldığımız
kitaplar oldu. Çizerin istediği ortam sağlandıktan sonra çizimler son haline
geliyor ve basım aşamasına geçiliyor.
Nasıl yazıyorsun? Belli yazma alışkanlıkların var mı?
Yaklaşık beş senedir aktif olarak yazıyorum. Bu sürede pek çok değişik
yazma rutini oluşturmaya çalıştım. Sabah çok erken saatlerde kalkıp yazdığım da
oldu, gece yarısından sonra yazdığım da. Şu anda bulunduğum noktada şunu
söyleyebilirim ki, duruma göre yazma sürecimi güncellemek, esnek olmak benim
için en ideal yöntem.
Belli bir yazma rutininde ısrar ettiğim zamanlarda yazarlığımı
anneliğimin önüne koymam gereken anlarla karşılaştım. Kısa sürede anladım ki bu
tür bir ısrar benim karakterime uygun değil. Çocuklar hastayken ya da bana ihtiyaçları
varken bilgisayarımın başına oturmak oldukça anlamsız. Artık bu tür durumlarda yapacaklarımı
hızlıcaplanlıyor ve günün başka bir zamanında işimle ilgili alan açmaya
çalışıyorum.
Biz bu röportajı yaparken çocuklar yaz tatillerinin son günlerini yaşıyor.
Her an ihtiyaçların ve planların değiştiği yaz dönemi için kendime iki günde
bir hikâye yazmak gibi bir hedef koymuştum. Bazen zorlayıcı olsa da iki günde
bir hikâye yazabildiğimi gördüm. Bu sayede hikâyeyi iyi kötü diye fazlaca
elemeden, bulabildiğim ilk zaman aralığında yazıp görevimi yapmanın rahatlığını
yaşıyorum. Bu türden denemeler kendi sınırlarımı zorlayabilmek açısından da
eğlenceli oluyor.
Yazar olarak nelerden, nerelerden besleniyorsun? Hangi
sanat yapıtları ya da eylemler, gözlemler seni yazı masasına çağırıyor?
Fırsat bulduğum her an çocukları ve onlara bakım verenleri gözlemliyorum.
Alışverişte, deniz kenarında ya da hava alanında uzaktan neler yaşadıklarını
anlamaya çalışıyorum. Şunu fark ettim ki çocuklar oynasın diye yapılan oyun
parkları bile yetişkin dünyasının bir uzantısı. Hiçbir şeyi çocuk odaklı
yapmıyoruz. Şehrin arta kalan alanlarına göstermelik parklar konduruyor, ulaşım
araçlarını yetişkinlerin konforuna göre tasarlıyor, çocukları her anlamda
yetişkin yaşamınaayak uydurmaya zorluyoruz. Bunları gözlemlemek, çocukların
farkında olmadan yaşamak zorunda kaldığı zorlukları görmek, son günlerde beni
yazı masasına en çok çeken şeylerden biri.
Bunun dışında sanatın her dalından beslenmeye çalışıyorum. Orkestra
müziğini çok seviyorum ve uzun yıllar her hafta konserlerine katıldım. Ancak
pandemiyle beraber bu alışkanlığımız sekteye uğradı. Bir de artık benim için
vazgeçilmez olan yürüyüşler var. Gürültü kirliliğinden uzak, doğada kendi
başıma yaptığım yürüyüşler sadece yazma isteğimi değil yaşama şevkimi de
artırıyor.
Yazmaya gönül veren her kişi günün birinde yalnızca
okuyup yazacağı, kendine ait sürelerin uzadığı bir yaşam diliyor kendine. Sen
bu alana kavuşmuş bir yazarsın. Evden, mesai kavramı olmaksızın çalışan bir
kadın olmak nasıl bir deneyim?
Buradaki kilit sözcüğün “kadın” olduğunu belirtmek gerek. İşimden
istifa ettiğimde sadece kendime ve yazmaya ayıracağım kocaman bir vaktimin
olduğunu düşünmüştüm. Oysa çocukluğumdan beri toplum tarafından iyi bir eş, iyi
bir anne, iyi bir ev kadını olmak için eğitildiğimi unutmuşum. Evde kalmak
demenin daha fazla ev işi yapmak, daha sağlıklı yemekler hazırlamak ve
çocuklara daha fazla “kaliteli” zaman ayırmak olmadığı düşüncesiyle uzun süre
savaştım. İstifa ettiğimde oğlum çok küçüktü ve evde bir anne dururken neden
anaokuluna gitmek zorunda olduğunu soruyordu. O zamanlar bu soruya verecek
cevap bulmakta zorlandığım için devamlı vicdan azabı çekiyor, çocuğu okula ya
geç götürüyor ya da vaktinden çok önce alıyordum. Aynı şey evle ilgili diğer
konular için de geçerliydi.
Çevremde evden çalışan bir kadın olmaması ve çocuklar için yazmanın
fazlaca kolaya alınması hatta gerçek bir iş olarak görülmemesi de cabası. Çocuklar
için hikayeler yazmak basit bir iş olarak görülüyor, haliyle bir kadının onca
saatini böyle önemsiz bir işte harcaması tuhaf karşılanıyordu. Bu sürecin en
zor yanı önce kendimi sonra çevremi eğitmek oldu. Gerçi eğitimin halen devam
ettiğini söyleyebilirim.
Sonuç olarak evden mesai saatleri olmaksızın çalışan bir erkek/baba
yazar olsaydım eminim yazmaya çok daha fazla zaman ayırabilirdim. Yine de bazı
şeylerin iyiye gidişini görmek mutluluk veriyor.
Çocuklar İçin Felsefe alanında eğitim aldın. Bu
yolculuğun çocuklar için yazdığın metinlere katkısı oldu mu?
Evetyaptığım işe fazlaca katkı sağladığını düşündüğüm bir eğitimdi. Zaten
felsefeye her zaman ilgim vardı, bu eğitim sayesinde daha da derinleştiğini
hissettim.
Çocuklar için hikayeler yazmanın büyük bir sorumluluk olduğunu her
zaman söylüyorum. Herhangi bir düşünce kalıbı dayatmadan, çocuğa üstten
bakmadan, görünüşte basit ama üstüne düşününce derinleşen bir hikâye yaratmak
kolay değil. Çocuğun okuduğu hikâyeyle ister istemez düşüncelere dalmasını, ben
olsam ne yapardım diye sorgulamasını dolayısıyla kendini tanımasını çok
kıymetli buluyorum. Bu yüzden hikayelerimde felsefi bir kapı aralamaya dikkat
ediyorum.
Kitapların farklı dillere çevriliyor. Bu sayede, yazdıkların
farklı coğrafyalarda, kültürlerde yeniden hayat buluyor. Yabancı
yayıncılarından, okurlardan gelen tepkileri merak ediyorum. Bunları
değerlendirme, Türkiye’deki okuma alışkanlıkları, beğenileri ile kıyaslama,
yorumlama şansın oldu mu?
Kitaplarımı farklı dillerde görmek beni en çok mutlu eden şeylerden
biri. Yabancı yayıncılarla ajanslar aracılığıyla iletişim kuruyorum. Bazen
hikâyede ya da çizimde kendi kültürlerine göre değiştirmek istedikleri kısımlar
olabiliyor. Bunlar genellikle makul istekler oluyor ve orta noktada uzlaşabiliyoruz.
Yabancı okurlarım genellikle ebeveynlerinin sosyal medya hesaplarından bana
ulaşıyor. Gelen yorumlara çok seviniyorum, özellikle unutamadığım İspanya’da
öğrenme güçlüğü çeken bir çocuk okurumun kitabım hakkında çektiği videoydu. Çok
sevinmiş ve duygulanmıştım.
Bir de kitap sitelerindeki yorumlar var. İngilizce yayınlanan
kitaplarım hakkında dünyanın pek çok yerinden gelen yorumları okuma şansım
oluyor. Yine de bir karşılaştırma yapabilecek kadar istatistik yapmadığımı
söylemeliyim.
Çocuk edebiyatından önce bir bilim kurgu romanı
taslağı denemen var. Önümüzdeki yıllarda çocuk edebiyatının yanı sıra
yetişkinler için de hikâyeler yazma planın var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder