30 Temmuz 2025 Çarşamba
Bağ kurmak ve seçim yapmak üzerine
29 Temmuz 2025 Salı
Fotoğrafın hikâyesi: 5
Günün ödülü. Bir tutam gölge, bir tutam gökyüzü. Seni taşıyacak kimse olmadığında bile yer küreye güvenebilirsin. Ağırlığını verirsin yere güvenle. Denizden gelen esintiyle kendini bırakırken gözler kapanır. Bir gün uzar ve tatile evrilir.
*Fotoğraf 5 Temmuz'dan. Arkadaşımla gittiğim günübirlik bir geziden. Verdiği huzurla o anda yazdığım ve İnstagram hesabımda paylaştığım satırları buradan da paylaşmak istedim. Çünkü zamanın genişlediği, neşe ve kahkahayla dolduğu anları hatırlamaya her zaman ihtiyaç var.
24 Temmuz 2025 Perşembe
Küçük patlamalar, yoğun anlar
İçinizde küçük patlamalar yaşadığınız zamanlar oldu mu? Soru mu bu şimdi. Elbette oldu. Coşkular, hüzünler, kızgınlıklar, mutluluklar... Hep orada takılıp kalmak istediğiniz, konuşmak istediğiniz, orayı uzatmak istediğiniz anlar. Tüm tanıdıklarınızın, hatta tüm evrenin sıraya girmesini ve kapasitesi, sabrı oranında sizi dinlemesini, kesintisizce duygularınızı aktarabileceğiniz o yeryüzü cennetini yaratmak istediğiniz zamanlardan bahsediyorum. Kendini anlatmak, bir yeryüzü cenneti olabilir mi?
Kendini ifade etmek, her zaman kolay bir beceri değil. Pek çok sebebi var. Sosyal, psikolojik, toplumsal sebepler... En büyük kızgınlıkların, hayal kırıklıklarının sebebi çoğunlukla anlaşılmamak, engellenmek, susturulmak. Bunun, böyle olduğunu düşündüğümüzde, başlıyor bu süreç. O yüzden sahiden seni dinleyen insanların olması güzel şey. Bir arkadaşıma, bana kendimi iyi hissettiren, beni dinleyen birinden bahsediyordum, kalbimde özel yeri olduğunu fark etmeye başladığım birinden. Görüşme sıklığımız, süremiz oldukça az. Çatkapılarımız başlamadı henüz ama zamanın göreceliğini hissediyorum yine de. Onunla birlikteyken zaman yavaşlıyor, yoğunlaşıyor, uçuşuyor. Bunu anlattığım arkadaşım dikkatimi, görüşme sıklığından çok görüşülen anlardaki yoğunluğa ve bunun güzelliğine çekti. Belki arkadaşım haklıdır. Arkadaşım muhakkak haklı. Ancak insan doğasının açgözlülüğü de ortada. Güzel duyguları yaşama sıklığımız da artsın istiyoruz neticede.
*
Pazartesi akşamını acilde geçirdik. Annemin tansiyonum yükselir kaygısı nedeniyle tuz tüketimini azaltması, vücudunda sodyum eksikliğine yol açmış. Hep beraber acile gittik. İzotonik serum, yeniden kan değerleri vs derken gece 11'e doğru epeyce yorgun eve döndük. Mutfağa giriştik kızımla. Müziği açtık. Makineyi boşalttık, kirlileri yerleştirdik, ertesi gün gelecek misafir için yemek hazırlığı yaptık. Gece yarısı birer soda açıp bahçede oturduk karşılıklı. Kızımın deyişiyle patileri, birbirimizin kucağına uzatıp eski günleri konuştuk. Aldığımız yolu, kızım küçükken kendime zevkli bir an yaratmak istediğim ancak onun da bana eşlik etmesi gereken anlarda yaptığımız karşılıklı anlaşmaları, kimi küçük örnekleri, hayat karşısındaki zorlanmalarımızı, nasıl da iyi kotardığımızı konuştuk, yol arkadaşlığımızı, yakınlığımızı... Karşılıklı emeklerimizi gördüğümüz, takdir ettiğimiz bir gece oldu ve hastane sonrası kurduğumuz bu karşılıklı bağ, emeğin, sevginin görülmesi, takdir edilmesi bana çok iyi geldi.
*
Pazartesi akşamı yemek sonrası şehir dışından gelen iki arkadaşımla buluşma planı, annemin sağlık durumu nedeniyle iptal oldu. Ertesi akşam eve misafir gelmesi ve dün denize gitme planları ise gerçekleşti. Bir tanıdığım, kendisini bu konuda neredeyse uğursuz sayıyor, ne zaman plan yapsa, bir sebepten bozulduğunu düşünüyor ve üzülüyor. Bazen hayat izin vermiyor, öyle bir sıkışık döneme giriyoruz, öyle berbat bir an seçmiş oluyoruz ki, o çok istediğimiz buluşmayı, tatili, her neyse artık ertelemek durumunda kalıyoruz. Kendimizi şanssız, bahtsız saymakla, saymamak, hayatın içinde kendimize yarattığımız nefes alma alanlarının çok ya da az olmasıyla ilgili. Yeterince alan yaratamıyorsak, bu tür aksaklıklar galiba daha çok yıpratıyor bizi. Hayatımızla ilgili yazdığımız ve kendimize tekrar ettiğimiz hikâyenin içeriği önemli galiba. Ne dersiniz?
23 Temmuz 2025 Çarşamba
Günün sonu geldi
Muayenehanenin önü ve bağlanan yollarda uzun zamandır alt yapı çalışmaları var. Çalışan kepçeler, yanlışlıkla patlayan su boruları, elektrik, su kesintisi, fiziki erişimin kesilmesi, engellenmesi, yolların açılması, kapanması, toz, toprak, çamur, gürültü, titreşim son ayların klasiğiydi. Alt yapı çalışmaları bitmeye yakın değil. Saha genişledikçe genişliyor. Bununla beraber bizim önümüzün asfaltı döküldü. İki, üç gün kadar oluyor, belki biraz daha fazla. Zaman neydi?
Sardunyaların, morsalkımın yapraklarına kadar inen tozdan örtüden kurtulmak nihayet mümkün diyerekten bugünü temizlik günü ilan ettim. Muayenehane dip köşe temizlenirken ben de kızımı aldım ve denize kaçtım. Denize gitmek için iyi bir gündü. Hafta içi ve sıcaklık asfaltta yumurta pişirtecek denli yüksek. Aklımı seveyim.
Böyle kısa molaları seviyorum. Kızım da benim gibi güne erken başlayabildiği için yulaflı, meyveli, yoğurtlu kahvaltıyı takiben bir otelin plajına gittik. Otel misafirleri dışında günübirlikçilerin pek de tercih etmediği plaj, benim favorim. Uzun sahilin en sonunda bir kere. Sakin ve gölge. Deniz de şansımıza güzeldi. 10.30'tan 16.15'e kadar suya girip girip çıktık, bir şeyler yedik içtik, gölgede uyuduk, kitap okuduk. Tatile gitmişim gibi hissettim. Dinlendim, serinledim, kızımla baş başa zaman geçirdim.
Eve dönerken annemin klima siparişi, çerçeveciden tablolarımızı ve aynamızı almak gibi işleri de yaptık. Gün boyu hareket etmenin bize tanıdığı hakla, aç ve iştahlı sofraya oturduk. Dün arkadaşım ve oğlu misafir geldiği için buzdolabı doluydu. Dünden kalanlarla sofrayı donattık. Stranger Things'in beşinci sezonuna hazırlanmak için dördüncü sezonunu açtık ve izlemeye koyulduk. Epeyce unutmuşum içeriği. İki bölüm izleyince yavaş yavaş zihnim açıldı ve hatırlamaya başladım. El ve arkadaşlarının maceralarını...
Bugün de keyifli geçti. Günün sonu da geldi. Yazarın iddiasının aksine.
21 Temmuz 2025 Pazartesi
Yaza has küçük mutluluklar
Yazın kendine has küçük mutlulukları var.
Sevdiğin üç, beş arkadaşınla buluşup cümbür cemaat denize gitmek gibi.
Gittiğin yerlerde başka başka arkadaşlarına rastlamak gibi.
Masa masa dolaşıp yarenlik etmek gibi.
Plajda bir kitaba başlamak ve neredeyse bitirmek gibi.
Üzerine tatlı bir mayhoşluğun çökmesi ve gün içinde şekerleme yapmak gibi.
Hamakta koynunda kitapla uyuklamak gibi.
Eve dönerken arabayı dondurmacının önüne çekmek, bir külah o anda yemek, bir paket de dondurucuya atmak için almak gibi.
Arkadaşlarının yaz için ülkenin ve dünyanın muhtelif yerlerinden şehre dönmesi ve kendini hangi gün boşum diye düşünürken bulmak gibi.
Şehre müzisyenlerin gelmesi, açık alanlara zıplayan toplar gibi dağılması, ansızın bir dinletiye, konsere denk gelmek gibi.
Festivalde birbiriyle çakışan konserler içinden en gidilesini seçmek ve arkadaşlarınla gitmek üzere sözleşmek gibi.
Taze börülce yemek gibi.
Karpuz kokusu gibi.
Bayramiç beyazı gibi.
Sahilden renkli taşlar, midye kabuğu, sivrilikleri törpülenmiş renkli camlar, seramik parçalar toplamak gibi.
Çekirdek çitleyip sohbet etmek gibi.
Evlerin içi sıcaktan kavrulurken parklarda çimenlere yayılmak, yıldızların altında buluşmak gibi.
İş çıkışı biraz erken çıkıp kendine yüzme molası hediye etmek gibi.
Anason kokulu sofralar gibi.
Ayın şavkının denizde çırpınmasını izlemek gibi.
Sabah erken, akşam geç saatlerde yüzmek gibi.
18 Temmuz 2025 Cuma
Hayatın (varolmayan) el kitabı
Bu sabah erkenden sakince başladığım gün nasıl telaşlı bir hal aldı?
Anlatıyorum. Dün akşam kızımın yatılı misafiri vardı. Öncesinde konuşulmuştu ama kesin değildi. Dün geldi. Yemek yedik. Onlar takıldı. Sabah kahvaltı hazırladım. Makineye kirlileri attım. İşe gelirken arkadaşını evine bıraktım. İşe geldim. Üzerimi değiştirdim. Türk kahvemi aldım önüme. Hasta takip programını açtım. Bingo!
Araba servis notuyla karşılaştım. Bir hafta önceden yaptığım plan, sabah 9'da arabayı bakım için servise bırakmak, oradan 10'da servis aracıyla muayenehaneye dönmek, 11'de ilk hastama rahatça yetişmekti. Apar topar arabaya bindim. Gidiş tamam ama dönüşü ne yapacağım? Toplamda beş kişiyi aradım. İkisi duymadı. İkisi meşguldü. Biri kabul etti. Bu ara ağlayamıyorum pek. Ağlayabilseydim kesin salya sümük ağlardım bu jest karşısında. Çünkü evladıyla dışarıya çıkmış piknikli bir kahvaltı organize etmiş, henüz bir şeyler yemeye başlamadan ben aradım ve hiç tereddüt etmeden atladı geldi.
Son dakika bir şey rica ettiğimde, Hayır'ı alınmadan duymayı başarabiliyorum. (Çünkü büyümek.) Oradaki ihtiyacımın (zamanında işe yetişmek olduğunu) farkındayım, aradığım kişilerin her biri, bir seçenek, bir strateji. İlle de beni, şu kişinin götürmesi gibi bir kalıba takılıp günü zehir etmiyor zihnim. Bir yandan da sınırlarını öğreniyorum arkadaşlarımın. Kim nerede, ne kadar esnek? Kim son dakika programlarına daha açık, yardım sunmaya daha gönüllü? Onları anlıyorum. Bugünlerde kendimi çok yorgun, tükenmiş hissediyorum, desteklenmek için arkadaşlık bağlarından olabildiğince faydalanmaya çalışıyorum. Bugünkü deneyim de bana yeterince kaynağa sahip olduğumu gösterdi. İhtiyacımın desteklenmesi karşısında içim minnetle doldu. Gün şu an olağan seyrinde akıyor yeniden, sakin ve telaşsız. Akşam beni servise götürmeye gönüllü bir arkadaşım da var. Hayat böyle bir şey galiba. Dalgalanıyoruz, savruluyoruz, yeniden yerimizi, merkezimizi buluyoruz. Keşke hayatın bir el kitabı olsa ve içeriğine erken yaşlardan itibaren maruz kalsak ve bu becerileri vaktinde edinsek... Hayat bayram olmaz mıydı?
17 Temmuz 2025 Perşembe
Yaz geçer
Bazen bir sürü kaygı dolduruyor göğüs kafesimi. Öyle çoğalıyor, öyle baskı yapıyorlar ki, kendimi yorgun, bitkin hissediyorum. Fark ettiğim an, kuyruğuna takıldığım düşünceyle ilgili kendime soruyorum: Bu doğru mu? Bir nevi "reality check".
Pazar günü gene birtakım düşünceler dolandı zihnime, evdeyim, yalnızım, iki ayrı arkadaşım denize çağırdı ama hâlim yok, yorgunum. Sabah gittim, kordondan denize girdim çıktım. İçimde biraz rahatsızlıkla. Çünkü Yunanistan sahillerinde çok yaygın olan denize inen merdiven, duş olayı burada marinanın yanında mevcut ama popülasyon erkek egemen. Bir kız arkadaşla gitmezsen tek kadın kalıyorsun. Ve gitmemeyi seçiyorsun. Kendime meydan okudum ve girdim. Eve gittim. Duş aldım. Uyudum. Biraz daha yerleştim. Yorgunluk ve sıkıntı çökünce göğsüme yakınlarda oturan bir arkadaşımı aradım. "Size kahveye gelebilir miyim?" diye sordum. Gittim, havadan sudan, biraz benim kaygılarımdan, biraz onun sorunlarından konuştuk. Ayrıldığımda her şey tastamam aynıydı ama ben anlatmanın ferahlığı içindeydim. Ve fakat, her gün benzer bir duygu durumu göğsümü sıkıştırıyor. Normal koşullarda yalnızlıkla aram iyi olduğu halde pazardan bu yana hiçbir günü pas geçmeden bir arkadaşımla buluştum, uzun telefon görüşmeleri yaptım. Her şey olup bittikten sonra acısı çıkıyor galiba bunca yorgunluğun, sıkıntının.
*
Yaz benim için çatkapı uğramaların, spontan planların mevsimi... Geç saatlere kadar dışarıda gezinmek, sahilde oturmak, balkonlarda buluşmak, açık hava konserlerinde eğlenmek, birlikte denize gitmek için buluşmak demek. Yaz tüm yorgunluklarıma, kaygılarıma karşın iyi başladı. Kıştan tükenen depomu arkadaşlıkla, iyi sohbetle, kahkahayla, birlikte alınan iyi yemeklerle, çayla, kahveyle doldurmaya, yenilenmeye, tazelenmeye çalışıyorum. Kabım sanırım çok boşalmış. Dolmaya henüz çok uzağım.
*
Yerleşme işi dün itibarıyla neredeyse bitti. Duvarlara tablolar asılacak. Kimi çekmece içleri düzenlenecek. İşler bitti ama ben de bittim dersem abartmış olmam. Ondan zaten arkadaşlara bunca düşmem. Ağustos gelip açık hava konserleri de başlayınca değmeyin keyfime. Kitaplar da yerli yerinde. Bakarsın yeni okumalara, kitaplara değinen yazılar da düşer yola. Benim yazdan muradım bunlar. Ya sizinki?
11 Temmuz 2025 Cuma
Huzur hakkı ve iyi okurluk
3 Temmuz 2025 Perşembe
Arayan bulur
İki farklı aileden gelen, farklı yaşam alışkanlıkları olan iki insanın aynı evin içinde yaşaması yeterince zor değilmiş gibi kalkıp bir de çocuk/lar yapıyoruz ve orada uyumlu olmayı bekliyoruz. Bu konular hakkında çoğunlukla da önceden konuşmuş değiliz. Dünyanın en zor denklemi bence bu.
Tek ebeveynli bir aile olmanın avantajları var, zorlukları da elbette. Nuh gemiyi tufandan önce inşa etti misali, kriz çıkmadan, çok tükenmeden zorluklarla mücadele için yeni beceriler edinmeye, kaynaklarımı geliştirmeye, alet çantamı doldurmaya çalışıyorum. Arkadaşlarıma soruyorum. Başkalarının çözümlerini merak ediyorum. Onların işine yarayan şeylerden faydalanırken, bana uymayacakları ise eleyeceğim elbette ama çok kafa, çok deneyim, tek kafa, tek deneyimden yeğdir her halükarda. O yüzden açık uçlu sorularımı size de yöneltiyorum.
Tek ebeveynli bir aile olarak günlük hayatını kolaylaştıran araçların ne? (Temizlik, alışveriş, mutfak, çocukla zaman, kendine ait zaman vb.)
Diğer ebeveynin çocukla ilgili istekleri senin değerlerinle uyuşmadığında uzlaşmayı nasıl sağlıyorsun?
Diğer ebeveynin isteğini çocuğun iyiliği için yapılmış bir rica olarak duyamadığında, bunu bir talep, dayatma olarak değerlendirdiğinde, sınırlarının ihlal edildiğini düşündüğünde durumu nasıl kotarıyorsun?
Not: Sorular yalnızca bekar ebeveynlere dönük değildir. Boş bırakabilir, istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. Vereceğiniz her yanıtın çözüm arayışıma, hanemizin iyilik haline katkı sağlayacağını hatırlatır, başarılar dilerim.
30 Haziran 2025 Pazartesi
Mücbir sebepler, romanlar ve yerleşme çabası
"İstediğin cevap gelmiyorsa hayır demektir."
Yıllar evvel böyle bir cümle okudum sosyal medyada. Kaynağını hatırlamıyorum, çok özgün mü ondan da emin değilim. Her kelimenin de telifi yok, en nihayetinde. Ama doğruluğuna yüzde yüz katılıyorum.
Kafam bir meseleyle meşgul. Ve istediğim yanıt gelmiyor. Yavaş yavaş bunun "hayır" olduğunu kabullenme evresindeyim. Bunu kendime küçük küçük dillendiriyor, duygularımla hemhal oluyordum ki dün gece bir rüya gördüm. Basit, sıradan, yaz mevsimine uygun bir rüya. Havuz kenarından geçiyorum. Yüzenler, eğlenenler, koşturanlar var. İstediğim cevabı vermeyen zat da orada. Bu rastlaşmanın üzerine gitmiyorum. O sırada kulağıma bir lakırdı çalınıyor. İstediğim cevabı almadım çünkü kısmına cuk diye oturan bir lakırdı çünkü. Ha tamam o zaman, diyebilir ve devam edebilirim. Öykücü beyin iş başında. Beni korumak için hemen bir hikâye uydurdu ve konuyu bir sebebe bağladı. Mücbir sebep, benimle ilgisi yok. Noktayı koydu. Sayfayı çevirdi. Ben de öyle yapacağım.
Yazıyorum çünkü bilinçaltının bu becerisine hayran kalmamak elde değil. Gerçekten. İçinden çıkamadığı, kendini mutsuz edecek her koşul karşısında bir varsayımı var. Çok da inandırıcı kerata. Normal sayılmalı. Nihayetinde her organizma yaşama sıkı sıkıya bağlı. Hayatta kalmak, mutlu olmak istiyor. Normal olmayan, hatta tehlikeli sayılabilecek olan, bu varsayımlar realiteyle örtüşmediğinde kendi realitemize sımsıkı yapışmak ve aldanmayı sürdürmek.
*
İza'nın Şarkısını okumayı sürdürüyorum. Çok dokunaklı bir roman. Yaşlı annenin taşra yaşantısından sökülüp atılıp Budapeşte'de bir odaya sığışması, kızının kendi hayatı ile annesine bakma yükümlülüğü arasında sıkışması, nezaketine, ilgisine karşın kendi yaşamının galip gelmesi, annenin günlük uğraşlarının bir bir elinden alınması karşısında hayatının anlamını kaybedişi ince ince anlatılıyor. Roman ilk kez 1963'te yayımlanmış ancak konu evrensel. Bugünün okuruna da rahatlıkla sesleniyor. Metinde cep telefonu, internet gibi bugünün teknolojik ayrıntıları yok sadece. Genel geçer insanlık hâli ise her devre hitap ediyor. Okumayanlar bir baksın derim. Kalpten tavsiye.
*
Dün bütün gün evdeydim. İki kez yakınlardaki markete yürümek ve bir arkadaşımı çocuklarıyla beraber ağırlamak dışında temizlik ve yerleşmekle meşgul oldum. Kitaplıklar kuruldu. Meşe ceviz rengi kapaklı Billyler salona çok yakıştı. Bayağı sıcak bir hava kattı. Salondaki kolileri açmaya ve kitapları raflara dizmeye başladım. Birkaç güne kalmaz her şey kolilerden çıkar ve geçici de olsa bir yerlere yerleşir diye tahmin ediyorum, daha doğrusu umuyorum. İnce işleri zamana bırakır, yazı yaşamaya başlarım böylece.
28 Haziran 2025 Cumartesi
Sarmaşık ve diğer şeyler
Haziran da toplandı gidiyor. Kapıda dağ gibi temmuz, sarı sıcak.
Temmuz deyince ilk aklıma gelen Temmuzda filmi oluyor.
Evlerde DVDlerin olduğu dönemde almıştım Temmuzda filmini. Fatih Akın'ın da küçük bir rolle göründüğü film, en sevdiğim Fatih Akın filmi olabilir. Juli'yle Daniel'in karşılaşması, Daniel'in bir yanlış yorumlama sonucunda Türk kızı Melek'in peşine düşerek İstanbul'a doğru yolculuğa çıkması, yolda ona Juli'nin eşlik etmesi ve birlikte dağları, nehirleri aşmaları ve İstanbul'a varmaları... Eğlenceli, duygusal bir film olarak mıhlanmış aklıma. Bazen bende bu tür etki uyandıran filmleri, yeniden kızımla izleme isteği duyuyorum.
Titanik'i izledik örneğin. Ben çok ağlamıştım vizyonda izlediğimde. Epey kızmıştım Kate'e. Koskoca kapı, alsana adamı da yanına. Jack'in suyun içinde donarak ölmesi çok dokunmuştu bana. Muradına erememiş aşklar seyirci üzerinde daha çok etki uyandırıyor pek tabi. Birlikte kurtulsalardı o kadar içlenmeseydim, belki çoktan unuturdum filmi. Kızımla izledik. Ağlamama şaşırdı. Şaşılacak bir şey yok. Kendi özel hayatımda kolay ağlayan biri değilim. En son babam öldüğünde ağladım muhtemelen. Oysa çok kızdığım, üzüldüğüm, hayal kırıklığına uğradığım zamanlarda biraz olsun ağlayabilmeyi isterdim. Ağlamak, neticede ruhu hafifleten bir şey. Ama bu türden bir boşalma yaşayabilmek için tehdit altında olmadığımıza inanmamız, güven duyabileceğimiz bir alanda olabilmemiz şart. Şiddetsiz iletişim yıllık programına katılan genç bir kadın arkadaş, beni Seyit Onbaşı'ya benzettiğini söylemişti aylar sonra. Ah, dedim çok haklısın ve güldüm. 276 kgluk mermiyi sırtlandığında Seyit Onbaşı da ağlamıyordu muhtemelen. 276 kgluk mermi mecazi elbette ama yıllardır kendimi bir yük altında hissettiğim de doğru. Yükü paylaşmaya, hayali olanlarıyla vedalaşmaya, yardım kabul etmeye, gevşemeye, neşelenmeye çok gönlüm var. Bu yeni ev, dilerim böyle hissettiğim, böyle yaşadığım bir ev olur.
*
Sitenin bir kedisi var. İsmi Sarmaşık. Ama Sırnaşık olsa yeridir. Sani gibi bir sarman, dişi. Geveze mi geveze. Ününü duydum. Apartman sakinleriyle içeri giriyor, bir punduna getirip daire içlerine giriyor, bulunana kadar postu seriyormuş. Eh biz bahçe katıyız. Erişim zahmetsiz. Masa, sandalye, sehpa, saksı üstleri açık büfe misali serili önünde. Geliyor, yayılıyor. İtirazım yok. Kediseveriz en nihaayetinde ama benim oğlumdan ne istiyorsun? Ne hikmetse Sani, Sarmaşık'tan çok korktu. Onu görünce ya evin içine kaçıyor, ya tepelere saklanıyor. Öbürü de nispet yapar gibi kitap okumak için oturduğum anda kucağımda, koynumda. Tamam, eski olan sensin, dağdan gelip bağdakini kovmuyoruz ama sen de bir zahmet kıs sesini! Edebinle gel içeri.
*
Bu sabah mutfak doğalgazımız halloldu. Eski boru esnek boruyla değişti, ölçüm yapıldı, gaz açıldı. Öğleden sonra kitaplıklar kurulacak. Bozulanın yerine sipariş verdiğim elektrikli süpürge de geldi. Bugün de çalışıyorum ama yarın zamanı verimli kullanır, sil süpür yerleş kısmını halledebilirsem şahane olacak. Kendime kolaylık ve zihin açıklığı diliyorum. Zihin berrak olmayınca pratiklik ve verimlilik de kayboluyor çünkü.
27 Haziran 2025 Cuma
Yaz hâlleri
Bir yeniaydan diğerine iki günde bir yazma maratonu bitti. Yıllardır süregelen ayda 8 yazı yazma geleneğimi, bir önceki yazı maratonunda yani Bir Günlükleri'nde bozmuştum. Bir sonraki ay ise hiçbir rahatsızlık, suçluluk, utanç duymadan dört yazıyla kapayıvermiştim ayı.
Bloğu açarken niyetim düzenli yazmayı sağlamak için sürdürülebilir bir hedef koymaktı. Haftada iki, ayda sekiz. İlk adımı atarken nereye varacağımı tam olarak bilmiyordum elbette. Hayal ve heves vardı. Bir de ilerleyeceğim istikamet. Blogta on ikinci yılım. Sayısız yazı, başka mecralarda yayımlananlar, iki çocuk, üç yetişkin öykü kitabı. Vardığım yerden memnunum. İçimde hâlâ aynı hayal ve heves. Lakin yalnızca bloğa yazıyorum. Çünkü yorgunum. Haklı ve hafifletici sebeplerim var. Taşınmak, düzenin alt üst olması gibi mesela.
Bir yandan yerleşirken diğer yandan yeni bir rutin oluşturmaya çalışıyorum. Şimdiden keyif aldıklarım var. Her gün bahçeye çıkıp ayaklarımı uzatıp kitap okuyorum mesela. İza'nın Şarkısı elimde. Magda Szabo'nun Kapı romanını çok beğenmiştim ama bir türlü sıra İza'nın Şarkısı'na gelememişti. Zamanı şimdiymiş. Kahramanı kocasını kaybeden yaşlı bir kadın. Hastanedeki ölüm ânının hemen öncesinde başlıyor roman. Kadının kaybı, değişen koşullar, Budapeşte'de doktor olan kızının gelip dümeni ele almasıyla ilerliyor. Roman dört bölümden oluşuyor. Babanın toprağa verilmesinin hemen ardında biten ilk bölümün adı Toprak. Şimdilik bu kadarını okudum. Gerisini de merak ediyorum. Yakın gözlüğü olmadan kitap okumanın mümkün olmadığı o zamanlardayım. Gözlüğü takınca etraf flulaşıyor. Ben hikâye evrenine girdiğim için değil, uzağı da göremediğim için. Numaralar düşük olduğu için iki ayrı gözlüğü ihtiyaç duyduğum zamanlarda kullanıyordum. Galiba numaralarda bir ilerleme var. Göz muayenesi de yapılacaklar listesine eklenmeli.
Yapılacaklar demişken dün mutfağı kolayladım. Tezgah üstü dolapların çakılmamış pinleri gelince iç raflar yerli yerine yerleşti. İçlerini silip öteberiyi dizmeye başladım. Taşınmadan önce mutfakta doğalgaz kaçağı tespit edilmiş, abonelik açılmamıştı. Ha bugün ha yarın derken o iş hallolmadan taşınmak durumunda kaldık. İşin tuhafı kaçağın yerini de tespit edemediler. Yeniden proje çizildi. Bugünlerde borular komple değişecek. O yüzden kahvaltı, salata, çay, kahve dışında yemek pişirmeye de başlayamadık. Neyse ki sıcak su var. Banyo yapmak sorun olmuyor. Ben de tüm bu yarım işlerin arasında aval aval hangisini yapayım diye bakıyorum. Sonra çıkıp kitap okuyorum ya da kuş seslerini dinliyorum. İza'nın Şarkısı'nda annenin insana özgü acıların en acısı yaşanırken doğayı gözlemlediği bir sahne var. Biz en büyük acıyı yaşasak bile kuşlar ötmeye, bitkiler büyümeye devam ediyor. Bencillikten, vurdumduymazlıktan değil, kendilerine özgü doğalarını sürdürdükleri için. Hepsi bu. Bu yalınlıkta insana huzur veren bir şey var. O yüzden ben de eve sırtımı dönüp kuşları dinliyorum, binaların arasından görünen günbatımını, gökyüzüne kızıla boyayan o güzelliği seyre dalıyorum. Keyif alarak, sakince.
Bugün marangoz gelirse kitaplık kurulacak, duvar modülleri çakılacak. İşte o zaman kalan kolileri açıp tık tık yerine yerleştirmek mümkün olacak.
Baştan beri en yerleşmeye hazır oda, kızımınki. Onun mobilyaları odaya tam olarak sığdığı ve monte biçimde taşındığı için ilk günden itibaren kolileri açmaya yavaş yavaş yerleştirmeye başladık. Eli değdikçe bir şeyler yapıyor. Dün kitap kolilerini boşalttım. Yerleştirdim. (Eve gelince kesin kızacak bana ancak adım atmaya yer açmak ve evi temizliğe hazır hale getirmek için koli açmaya hız vermem gerekiyordu.) Boşalan kolileri attım. Çamaşır yıkadım. Yatak odamın dolapları kuruldu. İçlerini sildim. Keyif yapmayı da ihmal etmedim.
Eski sitemizde havuza günün pek çok saatinde binanın gölgesi düşüyor ve su benim için hayli soğuk kalıyordu. Dolayısıyla havuzu çok çok nadiren kullanabiliyordum. Yeni sitede havuz iki bloğun ortasında. Gün boyu güneş aldığı için su sıcaklığı konusunda iyimserdim. Yanılmadığımı görmek beni mutlu etti. Denize gitmeye üşendiğim hafta sonları havuzu kullanabilme ihtimali güzel çünkü. Havuzlu siteleri malûm daha çok küçük çocuklu aileler tercih ediyor. Haliyle gürültü patırtı da olabiliyor. Dün akşamüstü gittiğimde beş kişilik bir aile vardı. Dördü erkek, biri kadın. Evin en küçükleri çocuk havuzunda sakince oynuyordu. Bir numaralı çocuk ise anne babasının gözetiminde yüzme antrenmanı yapıyordu. Baba elindeki su tabancasını çocuğun başına yöneltmiş, tempo düştüğünde hiç sekmeden çocuğun kafasına kafasına sıkıyor, anne elindeki kronometreyle süre takibi yapıyordu. Yüzme yarışına hazırlanıyordu belki de. Yine de bu sıkı markaj beni biraz rahatsız etti. Baskı sürdükçe vızırdanmalar arttı. Çocuk havuzundakiler de su tabancasından nasiplerini aldılar. En minik belli ki, abisi kadar sabırlı değildi. Sesi desibel desibel yükseldi. Anne duruma müdahale etti. Tanıdık bir örüntü. İçinde kendimden de bir parça bulduğum. Anne ve babaların çoğunlukla karakterleri, çocukla kurdukları ilişki birbirinden farklı. Anne çocuk, baba çocuk gitse belki o suyun kenarına çok daha sakin, huzurlu geçecek dakikalar, itiş kakış, gürültü patırtıyla sürüyor sanki. Hem çok çocuk sevip hem de kendi seçimlerini yapmalarına izin vermemek, sürekli müdahale etmek de bizim büyük çaresizliğimiz galiba, toplum olarak. O yüzden bazen parçalanmış aileler, dışarıdakilerin yüreklerini dağlasa da o ailenin bileşenleri kendi tekil ya da çocukla çift ilişkilerinde çok çok daha huzurlu.
Misal benimle denize, havuza gitmek sessiz bir eylem. Uzanırım şezlonga, açarım kitabımı, bakarım keyfime. Sıcaktan bunalınca hop suya demek isterdim ama o hop kısmı çabucak olmuyor çünkü boğazın suyu gerçekten soğuk. Beni bağırtmak için tek yol var: o da suya kendim girmeden ıslatmak. Onu yapmazsanız dünyanın en sakin su arkadaşı olabilirim yanınıza. Geç girerim suya, erken çıkarım ama rahatsız etmem, sinir bozmam. Şu yaygaracı dünyada ister sahilde ister apartmanda sessiz ve saygılı komşu olmak iyi bir şey çünkü. İşte bunun için kendimle övünebilirim.
24 Haziran 2025 Salı
İkide bir: 15
Çok yorucu bir 24 saatin ardından bu sabah yeni evimizde uyandık.
Dün ancak eşyaları soktuk içeri. Kitaplık ve benim giysi dolabım eve kurulmadığı için evin içinde bana yüzlerce görünen kutu var. Kitap kolileri salona yığdık çünkü çalışma alanı oraya kurulacak. Yatak yorgan hurçlarla beraber baza altına girdi. Gözden ırak yerli yerinde. Mutfak kolileri mutfağa yığıldı. Duş aldık. Dışarı çıktık. Yemek yedik. İki salata, iki sodaya 15 Euro karşılığı ücret ödeyip Yunanistan'da bu paraya neler yerdik muhasebesi yaptık. Eve döndük. Kendimize temiz bir çarşaf pike bulduk ve yattık. Aşırı yorgunluk da uykumu kaçırıyor. Mekân da yeni, her şey üst üste olunca sıkıntılı bir gece geçirdik. Kedi, çocuk gece boyu gezindi durdu. Yanıma geldiler, gittiler. Bir yerden sonra seslerini duymadım. Derin uyumuşum demek ki.
Yarım gün evde kalacağım için önce kahvaltı hazırladık kendimize. Kahve demledik. Tabakları henüz kolilerden çıkarmadığımız için tüm kahvaltılıkları dilimleyip yuvarlak borcama dizdik. Bahçede kuş cıvıltıları arasında kahvaltımızı yaptık. Ardından usta geldi. Ebeveyn banyosunun rezervuarındaki su kaçağını tamir etti. Mutfakta hatalı monte edilmiş rafın fotoğraflarını çekti. Ev yine bize kalınca mutfak kolilerini açmaya başladık. Ablam da gelince epeyce koliyi boşalttık. Yerleştirdik. Bu evin asıl yaşam alanı mutfak olacak. Salonu daraltmamak için önceden planladığımız gibi büfe, yemek masası ve televizyonu mutfağa yerleştirdik. Eskiden çalışma masası olarak kullandığımız bir masa da mutfak adası olarak hizmet etmek üzere konumlandı. Araya çiçekler serpiştirdik. Kızımın odasına tüm eşyalar tek parça halinde girdiği için o da açıp açıp yerleştirmeye başladı. Asıl iş benim yatak odamda ve salonda. Marangoz gelip kurulum yapınca oralar da hizaya girecek.
Şansıma bu ara iş yeri çok yoğun değil. Kurban bayramı, mezuniyetler, sınavlar, yaz tatili derken bir yavaşlama dönemi içine girdik. Bu da benim diğer işlerle ilgilenmemi kolaylaştırıyor.
Bugünün yazısı da böyle olsun. Kısa bir merhaba, bir durum tespiti. Daha yapacak çok iş var. Salonda kitaplıkları kurmak için yeterli çalışma alanı yaratmak gibi mesela. Yolcu yolunda gerek.
22 Haziran 2025 Pazar
İkide bir: 14
Dün yılın en uzun günüydü. Ve de mezuniyet balosu akşamıydı.
Birkaç gün önceki aşırı sıcak yerini esintili bir geceye bırakmıştı. Boğazdan esen rüzgarla kollar üşüdü. Nice zaman sonra arabada bahar ve yaz geceleri için bıraktığım ceket geldi aklıma. Gittim, aldım ama boğazıma yangı, sinüslerime ağırlık çökmüştü çoktan. Pasta faslı da bitince lobiye çıkıp sıcak bir şeyler içelim dedik. Lattemi keyifle yudumlarken ve boğazımın ısınma hissiyle rahatlarken Parla çalmaya başladı. "Aa bitiyor o zaman balo," dedim. Kızımın arkadaşının annesi "Aa havuzun kenarına dizildiler," dedi. Atlama anına değilse de kurulama anına yetiştik. Birkaç ıslak poz çektikten sonra eve doğru yola koyulduk.
Böylece 8C oldu mezun tayfa. Yol boyu kukırdamalar, yazışmalar, fotoğraf paylaşmalar...
Son kale de düştü. Taşınmak için önümüzde hiçbir engel yok. Bu evimizde son pazarımız, son günümüz. Yeniden dönmek ister miyiz, büyük eve ihtiyaç duyar mıyız, minimal yaşama uyum sağlar mıyız bilinmez. Hayatın hakkımızda yazdığı büyük planda ne var? Neler bizi bekliyor? Bilmiyorum.
Yaşamın güzelliği belki de bu belirsizlikten geliyor. En büyük sancısı, dünya ağrısı da yine bu belirsizlikte saklı. Yaşadıklarımız kader mi tesadüf mü? Kader olması bir yanıyla daha romantik, daha yatıştırıcı, teskin edici galiba. Kader fikrinden, bir yaradan düşüncesinden uzaklaşınca her şey basit tesadüflere indirgeniyor. Hayatın geçiciliği karşısında seçim gücünün çok sınırlı kalması kocaman bir boşluk yaratıyor. Telafisi zor bir boşluk doğuruyor. İnsanın anlam arayışı, doyumlu bir hayat sürmesi için bir şeylere inanmaya ihtiyacı var. İnanç, bizi kurtarıyor. Daha güzel günlere olan inancımız, umudumuz ne kadar büyükse o kadar sıkı sıkı yapışıyoruz yaşamaya. Yaşamak bir tutku. Sınırlı ömrümüzde hayatımızı güzelleştirmek bir çaba. Ömür dediğimiz beyaz sayfalara siyah mürekkep damlaları da düşüyor elbette. Kaçınılmaz. Ama bu mürekkep damlasıyla ne yaptığımız önemli. Kurumasını mı bekliyoruz, öfkeyle, telaşla tüm sayfaya mı yayıyoruz. Küçük çatışmalar karşısında pire için yorgan yakmamayı da bilmek gerek. Bunu temrin etmek. Kendime ara ara hatırlattığım bilgece bir nasihat. Sizin kulağınıza küpe diye taktıklarınız ne?
İyi pazarlar
20 Haziran 2025 Cuma
İkide bir: 13
Kalbimin tam ortasında bir sıkışıklık. Ne yapacağını bilememe hâli, çaresizlik...
Kızgınlığımla, öfkemle bağ kuruyorum nicedir. Kırmızının açık tonlarından en koyularına savrulmadan mavilere gidiyorum. Maviyi tanıdığım için ensemi, başımın etrafını saran kelepçenin ismini daha rahat koyuyorum. Çaresizlik, hayal kırıklığı, umutsuzluk, incinme... Kapalı konuşuyorum, farkındayım, tetikleyici olayın da bir önemi yok zaten. Emeğinin karşılığını alamamak, doya doya kutlama yapamamak, sevincinin, gururunun kursağında kalması tam olarak yaşadığım. Telafisi yok. Olan oldu, bir daha o âna geri dönüş yok. İçimde hep bir sızı olarak kalacak sanırım.
Kafamın tam orta yerinde bir soru işareti. Tam bir belirsizlik ...
Nedenini bilmiyorum. Tahminde bulunmak, teşhis koymak istemiyorum. Bir yanım herkes eylemlerinin olağan sonucuna katlanmalı diyor. Bir yanım ilişkiler ödül ve cezanın ötesinde bir yerde, saçmalama diyor.
*
Maddeler halinde bir yazı olacak bu. Bir daldan bir dala uçarken, konduğum her bir yeni dalı klavyede bulduğum * sembolüyle ayıracağım. Ne şahane buluş, değil mi? Öyledir, insan aklı hünerli buluşlarıyla ünlüdür ve de yıkıcı olanlarla. Birkaç deli liderin peşinde sürükleniyoruz asırlardır. Geçmişin mağdurları şimdinin zalimlerine dönüyor koca dünya elimiz kolumuz bağlı izliyoruz. Kötülüğün bunca çoğalması iyilerin sessizliğine yoruluyor. Sessiz miyiz sahiden? Yoksa güçsüz mü?
*
Dün akşam bir arkadaşım mesaj attı. Sana koli buldum bırakayım diye. AVM'ye gitmiş, bagaj hacminde yassı koliyi istiflemiş. Özen böyle bir şey.
*
Aranan yatak bulundu. Annem bugün servise çıkıyor.
*
Ebeveynlere bir soru: Çocuğunuz sizin değerlerinize göre toplum içinde diğerlerine ve size karşı antisosyal tutum sergilediğinde, elalem ne der diye değil sahiden incindiğinizde ne yapıyorsunuz? Nasıl tepki veriyorsunuz? Bu durumu nasıl yönetiyorsunuz? Çocuk bu yapar diyemediğiniz durumlar hangileri? Sizin kırmızı çizginiz ne?
18 Haziran 2025 Çarşamba
İkide bir: 12
Taşınma, LGS ve hastalık dışında yazmak istiyorum ama kutsal üçlüm bunlar, bu aralar... Zorlanmalar var. Çözümleri zaman alacak biraz. O zamanın geçmesini beklerken başkaca neler oluyor, oralardan haber vereyim. Kişisel tarihimin küçük güzel şeyleri listesi bir nevi.
Önce güzel bir haber paylaşayım. KE Çocuk'un yeni sayısında bir kısa öyküm var: "Yargıcı Gözlükler"
Bir tetikleyici olay karşısında hortumun içine çekilir gibi nahoş duygular içine çekilmemizi, bu duyguların etkisi altındaki çatışmacı davranışlarımızı, hataları kabul etmeyi, telafi etme çabasını konu edinen öyküyü buradan okuyabilirsiniz.
Fatih Erdoğan sosyal medyada bir duyuru yapmış. Mavibulut'un kitaplarını okuyacak 100 okur arıyor. İlk kitabı yollayacak. Okudum deyince bir soru soracak, bilene bir kitap daha yollayacak. İlk üç kitaplık aşamayı geçenlere yeni yayımlanan kitapları yollamaya devam edecek. Amacının "bu yolculukla birlikte, sadece kitap alan değil, kitapları gerçekten okuyan, zaman zaman görüşlerine başvurabileceği 100 kişilik özel bir okur kulübü oluşturmak" olduğunu söylüyor. Teklif cazip gelince yazdım ve projeye dahil oldum. Nitelikli çocuk kitaplarını düzenli okumak, üzerine düşünmek benim kendi okuma yazma yolculuğuma da yardımcı olacak çünkü.
Emily In Paris'i tekrar izlemeye başladım. Orijinal ve İngilizce alt yazılı olarak. Dili diri tutmanın yollarından biri bu, benim için. Ara ara başvuruyorum bu yönteme. Her şeyi anlamasam da, kulağıma bolca İngilizce çalınmasının işe yarayacağını biliyorum. Gözümün alt yazıya kaymamasına çalışıyorum.
Dün elbirliğiyle yedi kişi kitaplığı indirdik ve neredeyse tamamını paketledik. Salondaki büfenin ve vitrinin içi de boşaldı. Yardımlaşmak gibisi yok.
Bu akşam ve cuma da yardım alırsam pazar günü evi taşıyabileceğimden neredeyse eminim. Hele bir atalım içeri kendimizi. Gerisi yavaş yavaş hallolur.
16 Haziran 2025 Pazartesi
İkide bir: 11
Dün üzücü bir haber aldım. Engin Çetinbağ'ı kaybetmişiz. Yüz yüze tanışma imkânı bulduğum, değerli biriydi. Onu en son Yalıhan'da gördüm. Faruk Duman, Zeynep Eşin ile beraber gelmişlerdi. Söyleşinin sonunda yeni kitabını imzalatmıştım. Öykülerini de zevkle okumuş, hatta Parşömen'ın yıl sonu soruşturmasında da paylaşmış, şu sözlerle anmıştım.
Karanlıkları Yara Yara (Engin Çetinbağ /Alakarga Yayınları)
20 yıl aradan sonra öykü kitabı yayımlanan Çetinbağ, yeraltı mühendisi olarak geçirdiği uzun meslek hayatından damıttığı deneyimlerle madenleri mekân tutan, madencilerin hayatlarını ele alan bir kitapla karşımızda. Öykü kitaplarındaki tekdüzelikten sıkılan okurların dikkatine!
Çetin Bey ile 2016 yılında tanıştık. Öykü Günü kutlamak için yaptığımız küçük organizasyonun duyurusunu görünce bana sosyal medya üzerinden ulaştı. İştirak etti. Tanıştık. Geçmiş yıllarda Can Yayınları'nın yazarlarının da katıldığı ÇOMÜ işbirliğiyle düzenlediği etkinliklere dair bilgi verdi. Beraber yemek yedik.
İlerleyen zamanlarda jürisinde bulunduğu Madenci Öyküleri'nin yayımlanan birkaç kitabını hediye etti. Ara ara karşılaştık. Sohbet ettik. İzmir Çanakkale arası mekik dokuyor, yılın belli dönemlerini buradaki evinde geçiriyordu. Yakınlarda Türkçe öğretmenliği bölümü öğrenci bir arkadaştan burada yazar sanatçı evinde yaratıcı yazarlık üzerine atölye düzenlediğini duymuştum. Birikimliydi, aktaracakları, anlatacakları çoktu. Devri daim olsun. Öyküleriyle yaşasın.
*
Dün yoğun duygular içinde geçti. Evladı LGS'ye saatinden önce, eksiksiz, sakin bir ruh hâli içinde teslim ettik. 45 dakikalık arada karnını doyurduk, motivasyonunu koruduk. Sınav çıkışı eve gittik. Arkadaşıyla buluşması sağlandı. Ardından benim arkadaşlarımla buluşuldu. Boğaza nazır bir terasta oyun keyfi yaşandı. Kaç soru doğru, kaç soru yanlış hesaplarına girmek istemedi. Dün büyük gündü. Kutlanmayı hak ediyordu. Sabah sınava girdiği okuldan kitapçığı aldım. Kendi okuluna götürdüm. Kontrol edince aradı haber verdi. Sonuç beklediğimiz gibi, yıl içinde gösterdiği performans doğrultusunda. Kırmadan, dökmeden, saçmadan, saçılmadan yılı bitirdik şükür. Bu hafta sınav sonrası okuldan kaçmalar, mezuniyet töreni, balo, eğlence ile geçecek. Geçiyor.
*
Bugünün yazısı da böyle olsun. Dilerim sizler iyisinizdir.
14 Haziran 2025 Cumartesi
İkide bir: 10
Bugün 14 Haziran. Che Guevera'nın doğum günü. Kızım söyledi. Onun dışında bir aile büyüğünün kendisinin seçtiği doğum günü. Seçtiği deme sebebim, nüfusta farklı bir gün yazıyor olması. Bilirsiniz işte, kimi yaşlıların gerçek doğum günleri belirsizdir. Anne babalarından duydukları laflar vardır: kirazlar çıkmıştı, ayçiçekleri açmıştı gibi ve tahmini bir tarih belirlenir. Laf buradan açılınca kızıma sordum: "Sen hangi günü doğum günü olarak seçerdin?" Düşündü. Burç da değişeceği için hemen karar veremedi. Terazi dengesiz olur, balık sulugöz, ikizler ikiyüzlü dedi. İçinden geçtiğimiz günler İkizler'in olunca kollama isteği geldi galiba. "Olgun olmayan İkizler ikiyüzlü, olgun olanların ise zihni uçuş uçuş olur," dedim çok biliyormuş gibi. Devam ettim: "Eğer yaratıcı bir işle ilgileniyorsa bu uçuş uçuşluk da çok işine yarar." Düşündü. "Yaratıcılığı severim," dedi. Hangi burca atanmak istediğini düşünmeye koyuldu. Yanıt bulamadan hastalarıma rastladım. Kızıma yarınki sınavda başarılar dilediler.
Bunca yıl, bunca karşılaşmadan sonra tepkisi hâlâ aynı. Hastaların onunla ilgili bunca şeyi bilmesini sinir bozucu buluyor, biraz da şaşırtıcı. Bir hekim ve bir hasta karşı karşıya geldiğinde aralarında bir boşluk kalmalı ona göre. Bir çift el, çalışmalı bir boşluğun içinde ve gitmeli diğeri işi bitince. Oysa insan sosyal bir varlık. Her karşılaşma bir temas. Her temas iz doğurur. Kitabı bile var. Boşluk tamamen dolmuyor hiçbir ilişkide, her daim kalıyor ama birine yaklaşmayı ve o boşluğun azalmasını da çok seviyoruz. Meftunuz buna, hatta mecbur.
12 Haziran 2025 Perşembe
İkide bir: 9
Bir önceki yazıyı sabahın erken saatlerinde, henüz yataktan çıkmadan, güne yeni başlamanın huzuru, dinginliği içinde yazmıştım. Akşamına bu sükunet sarsıldı ve yerini telaşlı ve stresli bir 24 saate bıraktı. Anlatayım.
Annem akşamüstü eczaneden dönerken sitenin giriş kapısında basamağa ayağa takılıp düşmüş. Ağrı içinde komşular tarafından eve çıkarılmış. Doktor ve hemşire bir çift tarafından koltuğa sırtüstü yatırıldıktan sonra durumdan haberdar oldum. Tesadüf bu ya, koltuğa oturttuğum hastamın anne babası 112 çalışanıydı. Hemen aradık ambulansı yönlendirdik. Ben işleme başlamadan annemin yanına gittim. Ambulans geldi. Prosedür gereği annemi en yakın hastaneye yani Tıp Fakültesi'ne götürdü. Acil tıp uzmanları canla başla çalışan, yeri geldiğinde güvenliğin, hastabakıcıların işlerini dahi üstlenen özverili hekimler. Muayene, röntgen derken annemin sağ oturma kemiğinde kırık olduğu anlaşıldı. Ortopedi konsültasyonu istendi. Ardından tomografi çekildi. İki ortopedist de acil ameliyatta olduğu için birinin annemin tomografi sonuçlarının görülmesi, tedavisinin düzenlenmesi gece yarısını geçti. Kızım yalnız kalmasın diye annemi ablamla bırakıp gece 23.00'de ben eve geçtim. Telefon yanı baş ucumda yatağın içine girdim.
Kötünün iyisi bir düşüş olmuş. Ameliyat gerektirmeyen ancak 8 hafta yatak istirahati gerektiren bir süreç başladı bizim için. Her şey planlanınca annemi eve transfer etmek istedik ve işler orada sarpa sardı. 112 üniversite hastanesine acil hasta bırakıyor ama çıkış yapmıyor, üniversite ambulansını zinhar vermiyor. Ablam sağlık müdürlüğünden emekli, ben 25 yıllık diş hekimiyim. Annemizi alıp 3 kmlik yolu getirmek için onlarca telefon görüşmesi yapmamız, her defasında bir üst amire, sonunda İl Sağlık Müdürü'ne ulaşmamız gerekti. Sonunda o ambulansın kontağı çevrildi. Bu kez de biz yukarı çıkarmayız, taşıyacak insan bulun, dendi. Kalktım annemin sitesine gittim. Havuz başında çocuğunu yüzdüren bir baba buldum. Orada oturan eski bir arkadaşımı aradım. Asistanlarımdan biri kalktı geldi. Yollayın, karşılıyoruz dedik. Ambulans yola çıktı. Gelince de yukarı kadar getirdiler. Bunca zorluğun, çekişmenin arkasında ne vardı, hâlâ anlamış değilim. Bununla beraber çok saçma bir yorgunluk, ağlarını kullanmak için gereksiz bir efor yaşadım. Bu stresi üzerimden atmak için çokça tanığa ihtiyaç duyuyorum. Bu yüzden yazmak ve yükü azaltmak istedim. Dün rahatlamak için arkadaşlarımı da aradım. İki tanesinin de yakını hastanedeydi, biri genç, diğeri yaşlı. Onlar da problemlerini çözdüler çok şükür. Birkaç telefon görüşmesi desteği yeterli gelmedi. Sarılmalı, öpüşmeli, çaylı, kahveli sohbetlere de ihtiyacım var rahatlamak ve biz ne yaşadık yahu demek için.
Annemin evine anahtarla girdiğim bir dönem başladı. Anahtarım olsa da kullanmazdım çünkü. İlle zile basacağım. O kapıyı açacak ve beni ayakta karşılayacak. Şimdilik 8 hafta kadar süreyle bu mümkün değil ama Allah beterinden de saklamış. İlk kez yaşlı bakım vereni olmadığımız için planlamayı bu defa çok hızlı yaptık. Ablam annemle hastanedeyken ben dün sabah medikale gittim. Havalı yatak, hasta pedi, hasta bezi aldım. Yatağı hazırladım. Babamın eski bakıcısı destek için geldi. Sabah akşam yapılacak kan sulandırıcı iğnenin ilkini dün hemşire komşumuz yaptı. Bana yapabileceğim alanları gösterdi. Bu sabah görevi devraldım.
Sabah erken uyandım. Dün gece aldığım kemik suyunu da katarak mercimek çorbası pişirdim. Sıcak sıcak götürdüm. Enjeksiyonunu yaptım. İşe gelmeden önce kordonda yürüyüş yaptım. En sevdiğim çay bahçesine oturdum. Kahve içip etrafı izledim. Yoga, meditasyon eğitmenlerinin parasempatik sinir sistemini aktive etmek, kendimizi yatıştırmak için tavsiye ettiği şeylerden birisi de, gözlerimizle içinde olduğumuz mekânı izlemek, biliyorsunuz. Stres altında o daralan bakış açısından çıkıp güvendeyim diyebilmenin bir yolu bu çünkü. Sen bilmesen de beden biliyor. Dün de beden beni dışarı attı. Gittim, kordona yakın bir marketten alışveriş yaptım. Yürüdüm. Etrafı izledim. Mekânlar dolu, insanlar cıvıl cıvıl ve birbirleriyle temasta. Şimdi hastalık ve dinlenme var ama her şey kontrol altında. Annem güvende ve benim hayatım olağan akışında devam ediyor. Bu kadar kısa sürede kendimi (olabildiği, yapabildiğim kadar) regüle etmeyi başardığım için de ayrıca tebrik ediyor, bu görüyü kazanmamda bana yardımcı olan her türlü kaynağa da teşekkür ediyorum. Dilerim siz afiyettesinizdir.
10 Haziran 2025 Salı
İkide bir: 8
Dün bayramın son günüydü. Annem dışında kimseyi ziyaret etmediğim, yalnızca bir arkadaşımı gördüğüm, bir diğeriyle telefonda sohbet ettiğim, hemen hemen hiç kimseyi aramadığım, sormadığım, çoğunlukla evde yalnız kaldığım, sessiz, sakin kendi halinde bir bayram oldu. Her bayram böyle geçse üzülürdüm belki ama bu bayram tenhalığı, sakinliği sevdim. Biraz evi toparladım. Daha çok çöp çıkardım aslında. Kimi eski defterler, eski makaleler, seminer notları, çözülmüş çoktan seçmeli testler...
Yıllar önce çoktan seçmeli bir testle baştan çıkmışlığım var, bir doğru bir yanlış doğurabilir, bir yanlış bir doğruyu götürebilir uyarısını dinlemeyip kendimi o doğruyanlışın kollarına atmışlığım, yoldan çıkmışlığım, davet edildiğim yere varmışlığım var. O günlere dair notlar, mektuplar da gitti bir bir. Unutmak için saklamamam gerekiyor bazen, özgürleşmek için atmam. Şimdi o günleri düşünürken, o tatlı başlangıcı, baş dönmesini, her şeyi başlatan ilk sözleri, ilk buluşmaları... her şeyin aslında nasıl gün gibi aşikar olduğunu görüyorum. Bile bile yanmak da aşka dair belki.
Sabah uyandığımda bir yabancının nasıl olup da birdenbire en kıymetline döndüğünü düşündüm. Birdenbire olmuyor tabi. Günlere, haftalara, aylara, yıllara yayılıyor, bağ kurmak, köprüler inşa etmek. İlk kez sen diye hitap ettiğinde yaşadığı şaşkınlık utanma karışımı ifade gözünün önüne geliyor örneğin. Bir bakıyorsun gülümseyerek hatırladığın bir anıya dönmüş. Bir başka sefer seni ilgiyle dinlediğini, duyduğunu, dahası aklında yer ettiğini fark ediyorsun, hop bir bağ kuruluyor, bir köprü bir kalpten diğerine. Bilgi, ilgi, özen, dikkat akıyor karşılıklı. O hiçbir şeye yetişmediğinden yakındığın zaman, bir de bakıyorsun birinin kabına, damlıyor pıt pıt pıt. Ve bundan memnun olduğunu fark ediyorsun. Dile getirmediklerin gözlerinde, bedeninde hapisken yol alıyorsun, çok da bir şey ummadan. Çünkü beklenti öldürürken her şeyi, beklememek, beklemezken almak, her ne ise gelen mutluluk kaynağı. İki insanın, milyonlarcası içinden birbirini görmesi, fark etmesi, kalpten bir bağ kurması, emek vermesi, şu zalim dünyada aldığımız en kıymetli hediye, yaşama sevinci sebebimiz. Şimdi bu satırları yazarken bir gün yabancıyken kıymetlilerim arasında yer alan insanları düşünüyorum ve o gün orada olduğum, tanıştığım, emek verdiğim, anılar biriktirdiğim için minnetle, şükranla doluyorum. Çünkü sahip olduğumuz en kıymetli şey, kurduğumuz bu bağlar.
Dün kızımla yürüyüş yaptık akşam üzeri. Geçenlerde Bahar Eriş'in sosyal medyada paylaştığı bir iletiyi okudum, o da bir başkasından alıntılıyordu. Ergenlerin gidip gelme halleri, siz bir şey sorduğunuzda umursamaz görünürken aynı gece yatağınıza gelip yarın devam ederiz, uyuyalım artık dedirten uzun sohbetleri başlatmaları. Hiç de kafa karıştırıcı değil. Uzmanımız bunu özerklik ve bağ kurma ihtiyaçlarına bağlıyor. Bunu bilmek iyi hissettirdi. Kapıdan selam vermeden girip yalnızca kediyi sormasına bozulmadan seçim yapmasını bekleyebildim bu hap bilgi sayesinde. Sonrası iyilik güzellik. Bir saatlik bol sohbetli doğa yürüyüşü. İlişkilerin milyonlarca sırrından biri de bu olabilir. Karşındakine seçim gücü olduğunu fark ettirmek ve dırdır etmeden beklemek. Beklediğini unutmak hatta, kendi işlerine odaklanmak, onlarla ilgilenmek ve geleni muhabbetle, ilgiyle, neşeyle karşılamak. Dünyanın 8. harikası bu olabilir mi?
Bu da akşam yürüyüşümüzden bir kare
8 Haziran 2025 Pazar
İkide bir: 7
Dün sabah erkenden Bursa'ya doğru yola çıktım. 10'u biraz geçerken İKEA'nın içindeydim. Evde planladığımızdan daha fazla Billy kitaplık aldım. Köşeyi dönerim belki diye bir de köşe kitaplık. Evde, komple cam kapak seçmiştik ancak mağazada dolaşırken panel kapak gördüm ve onu tercih ettim. Altı ahşap üstü cam, panel kapakları ileride istersem tamamlayabileceğim bir alt modül gördüm çünkü. Bununla beraber kitaplıklarda muhakkak düzensiz, kalabalık görünen yerler kalıyor. Bu planlamayla çalışma odasındaki kadar kitap depolama alanını yeni evin salonuna sığdırmayı başarıyorum. Bu da yeni evde çok da efektif kullanmadığım çalışma odasının eksikliğini duymayacağımın ispatı. Çalsın sazlar, oynasın kızlar!
Çalışanların yardımıyla depolama alanından kutularımı aldım. Ödemeyi gerçekleştirdim. Nakliyeye verdim. Yukarı çıkıp İsveç köftesi yedim. Mobilya bölümünde kısa bir gezintinin ardından tekrar yola çıktım. Akşam beş civarı eve ulaştım. Kendimi banyoya attım. Bir şeyler atıştırırken Netflix'ten Ceren'in önerdiği Dört Mevsim dizisini açıp peşi sıra üç bölüm izledim. Gözlerim yorgunluktan kapanınca uyumaya gittim.
Sabah altı gibi kendiliğimden uyandım. Çamaşırları katladım. Yerlerine yerleştirdim. Yatak odasındaki dağınıklığı toparladım. Yeni eve taşımak istediğim kimi kutular, hurçlar var. Bayram sonunda emlakçının gelip evin fotoğraflarını çekmesi için evi yeniden düzeli hâle sokmam gerek. Ya da acele etmeyip bu işi taşınma ertesine bırakabilirim. Böylesi çok daha kolay olacaktır. İçinde yaşarken evi göstermek de bir dert çünkü. Bu da yazarken aldığım bir karar oldu. Yoksa bugünün planların birisi çalışma odasından başlayarak evi fotojenik hâle getirmekti. Yine de bugün en az iki saati, bölünmeden, odaklanmadan çalışma odasını toparlayarak geçirmeyi düşünüyorum. Saat henüz erken. Evi toplamak, dizi izlemek, dışarı çıkıp yürüyüş yapmak, belki birileriyle buluşmak için koca bir gün var önümde. Günü verimli geçirme konusunda hevesim var. Önümde iki seçenek: Ya dikkat çeliciler günümü yutacak ya da çalışma odası elden geçecek.
Bayramın üçüncü günü de başladı. Yarın son gün. Belki denize giderim.
6 Haziran 2025 Cuma
İkide bir: 6
Bayramın ilk gününden herkese merhaba,
Kurban bayramı bizde çok uzun yıllardır kurban kesme işine girişilmeden kutlanıyor. Aile büyüklerinin kabirleri desen memlekette. Hâl böyleyken kurban bayramına özel o ilk gün koşturmacası da olmuyor. Sabah annemi kahvaltıya davet ettik. Birlikte kahvaltı yaptık, bayramlaştık. Onu eve bıraktım. Akşam yemeğinde buluşmak üzere ayrıldık. Sonra bir arkadaşımla yeni evde buluştuk. Boş odaların, duvarların ölçüsünü aldık. Mevcut mobilyaların büyüklüğünde gazete kâğıtlarını zemine serdik. Ne, nerede nasıl görünecek diye baktık. O evde ayrı bir çalışma odası olamayacağı, marangozun yaptığı kitaplık da sığmayacağı için modüler kitaplık seçeneklerine bakmak üzere eve geldik. Sanal İKEA gezintisi...
Renk seçtik. Salonda uygun boşluklara cam kapaklı Billy kitaplıklar, yeni çalışma masası ve tekerlekli bir keson sığdırdık. Verimli bir gün oldu. Sıra siparişe gelince masa ve kesonun stokta olduğunu istediğim renk Billy kitaplıkların ise internet satış stoğunda olmadığını gördüm. Üzüntü ve muz kabuğu! Mağaza stoklarına bakınca Bursa'da olduğunu fark ettim. Günübirlik gitmek için hayli yol yine de. Ancak aradan çıkarmak da istiyorum. Çünkü planlamak, kolaylık sağlıyor. Neyin nereye yerleşeceğini bilmem, taşınmadan önce bunun planını yapmam şart. Ne derler bilirsiniz: Nuh gemiyi fırtınadan önce inşa etti.
Taşınmayı fırtınaya benzetmem pek manidar oldu. Taşınmalar gerçekten de yorucu. Birer küçük felaket bir yanıyla. Hele de daha küçük bir eve geçiyorsan, küçülmen gerekiyorsa. Neleri geride bırakacağıma, neleri taşıyacağıma karar veremediğim için kaçınmam an meselesiydi. Kendime küçülmek, sadeleşmek, yeni bir başlangıç yapmak istediğimi hatırlatmam gerekiyordu. İki kişiye yetecek büyüklükte bir ev olduğunu, tam da bu yüzden bu kararı aldığımı yineliyordum sonra. Fazla eşyaları depolamak için daha büyük alanları temizlemek zorunda kalmaktan yorulduğumu söylemiyor muydum herkese? O zaman nedir bu niceliksel kıyaslama... Nedir bu tutunmak?
Her taşınma, sadeleşmek için bir fırsat. Elden geçirecek çok şey var daha. Özellikle kütüphanede. En az iki büyük boy poşet dolusu kâğıt çöpü çıkacağına eminim. Kitapları da azaltabilirim pekâla. Ama önce kitaplıkları almalıyım. Yarın Bursa'ya gideceğim. Kitaplıkları sığdırabilirsem bagaja atıp geleceğim. Sığdıramazsam nakliye hizmeti satın alacağım. Yarının yazmama günü olması iyi denk geldi.
Bugünün yazısı da böyle olsun, varsın, Z raporu gibi.
4 Haziran 2025 Çarşamba
İkide bir: 5
Bu eve ilk taşındığımda bir heves fidanlığa gitmiş, gül, lavanta, adaçayı, bahardalı, hanımeli, sosyete sarımsağı ve sardunya dikmiştim. Toprak derinliği az olduğu için çoğu tutmadı, kurudu gitti. Bahardalı tuttu tutmasına ancak üç yıl geçmesine karşın pek de heybetli değil. Her yıl üç beş çiçek açıyor. Şu dünyada dikili ağacım var diyebilirim yine de. Bahçede toprakla buluşturduğum, yerini sevmiş, köklenmiş iki bitki var. Biri bahardalı, diğeri lavanta. İncecik, narin bir fideden diktiğim lavanta, yıldan yıla genişledi, dalları kalınlaştı ve birkaç hafta önce ilk kez çiçek açtı. Sevindim sevinmesine ama onu da bahçede bırakıp gideceğim işte. Tamamen geride bırakmaya kıyamadığım için köke yakın dallardan keserek çoğaltacağım. İnternetten baktım. Lavantayı çoğaltmak istediğinde saksıyı yanı başında hazır etmek gerekiyormuş. Çünkü lavanta topraktan ayrılmayı sevmiyormuş. Kim sever ki...
Kızım ilkokula başlamadan bir yıl önce acayip bir kaygı, stres içindeydim. "Bu ülkede artık yaşanmaz" düşüncesi beni yiyip bitiriyor, geceler boyu hangi ülkeye taşınabileceğime dair araştırmalar yapıyor, mesleğimi bir başka ülkede sürdürmenin yollarını arıyor, işin içinden çıkamıyordum. Varsayımlar ve hayali stres karşısında bir çıkmazın içinde yaşayıp gidiyordum. Sonra kızım ilkokula başladı ve o çok korktuğum (artık tam olarak neydiyse) şey olmadı. Bir yavrunun istikbalini düşünerek yurt dışına gitme girişimlerini anlayabiliyorum. Ancak yavruya ve kendime rağmen "bunu yapmam lazım" düşüncelerinden tamamen sıyrıldım. Çünkü günün birinde fark ettim ki, ben her şeye rağmen burada yaşamayı seviyorum. Buradaki kazanımlarımı kaybetmeyi, dille bağımı koparmayı istemiyorum. Bir ülkede kendimi rahatlıkla ifade ederken, kolaylıkla gündelik ayrıntılarla, formalitelerle baş ederken bir başka ülkenin acemisi, cahili olmayı istemiyorum. Bunu bu netlikte kendime karşı ifade ettiğim an, bütün stresim, kaygım kayboldu. Çünkü insanlar da lavantalar gibi, toprağından ayrılmayı sevmiyor. İçi toprak dolu bir saksı bağlanmaya, köklenmeye her zaman yetmiyor.
2 Haziran 2025 Pazartesi
İkide bir: 4
31 Mayıs 2025 Cumartesi
İkide bir: 3
Ayın son, ikide bir günlüklerinin üçüncü yazısından herkese merhaba,
Blog yazılarında okura hitap ederek başlamanın kolaylaştırıcı bir yanı var. Yazarken birini muhatap tuttuğunda, ona seslendiğini duyurduğunda, yazının içine hop diye akıyor yazan kişi. Bir mektup yazar gibi dalıyor ve anlatmaya başlıyor. Bu sayede eğer yazı masasına geçerken belli bir niyeti yoksa yazının içeriğine dair, bir giriş oluşturuyor ve kelimeleri birbiri ardına sıralarken konusunu aramaya başlıyor. Tıpkı benim şu anda yaptığım gibi.
Dün bir hastam geldi. Birkaç yıl önce tedavi ettiğim hastam, telefonda randevu alırken çocuklarının özel eğitim gördüğünden bahsetmiş. Böyle bir ayrıntının bir ehemmiyeti varmış gibi. Telefonla randevu alırken kendi rahat gelebileceğiniz aralığı belirtmek ve diyalog yoluyla uygun gün ve saati belirlemek hayli kolay. Hastanın gelemediği saatlerde neyle meşgul olduğu irdelediğimiz bir mevzu değil. Bununla beraber durumunu bildiğimizde gözettiğimiz de bir gerçek. Hastamın bu beyanını duyunca gevezelik etmiş diyerek geçiştirmedim elbette. Zihnimde takılı kaldı. Eski bir tanıdığı hatırladım. Milan Kundera'dan alıntıladığı ve sıklıkla tekrar ettiği o sözü:
"İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur."
Sosyal devletin olmadığı bir ülkede, yaşlı ve çocuk bakım hizmetlerinin anneler ve/ya ailedeki diğer kadınlar tarafından karşılandığı ya da annenin (yeterince yüksek bir maaş alabildiği durumlarda) başka kadınlardan hizmet satın alarak çözdüğü, her durumda kadın emeği üzerinden yükseldiği bir ülkede, bir annenin, telefonla randevu alırken çocuğunun özel durumundan bahsetmesini boş söz diyerek geçiştiremeyiz. İki sözden birinin oraya dair olmasını şaşırtıcı bulmayız. Bakım emeğini muhtemelen tek başına üstlenen, yorgun bir annenin kimliğidir, o, nihayetinde. Yaralandığı yerden konuşan, duygusal yükünün paylaşmaya çalışan bir anneyle karşılaşmak, bu yüzleşme, kendi kimliklerim üzerine düşünmeme yol açtı.
Kendimi bu anlamda şanslı sayıyorum aslında. Bir kız çocuğu olarak eğitimle ilgili bir sorun yaşamadım. Bu doğal bir haktı. Mücadele etmedim. Giyim kuşam, davranışlarla ilgili de büyük sıkıntılar yaşamadım. Hoş bu ülkede kadınların hemen hepsinin deneyiminin bir yerinde sözlü taciz, fiziksel tacize yeltenmeye çalışmalar, flört tacizi gibi şeyler kıyısından köşesinden yaşanmıştır. Başıma gelmedi diyen ya bu konuda konuşmak istemiyordur ya da büyük resimde ayrıcalıklı bir yerde bulduğundan deneyimini silme, görmezden gelme eğilimindedir. Benim de durumum yaklaşık olarak böyle. Sosyo ekonomik olarak kendine yeten bir ailede büyüdüm. Okurken ekonomik zorluklar yaşamadım. Mesleğimi icra ederken kadın olmaya dayalı büyük zorluklarla sınanmadım. Din, mezhep, etnik köken, dil olarak baskın olan yerdeyim. Ten rengi, fiziksel görünüm, bedensel ve zihinsel olarak ayrıcalıklıyım. Bekar anne olmamı bir kenara koyarsak hayatımda hiçbir zorlanma, ayrımcılığa uğrayabileceğim yer yok. Bekar anneliğe geçişim de pek çok kadına göre kolay oldu. Boşanırken sıkıntı yaşamadım. Yoluma taş konmadı. Ekonomik olarak zorlanmadım. Hayatımızda büyük değişiklikler olmadı. Kızımla beraber parasının son kuruşuna kadar benim ödediğim evimizde, aynı düzende yaşamaya devam ettik. Babası makûl, enflasyon karşısında (henüz) kuşa dönmeyen (avukatım sağolsun) bir nafakayı düzenli olarak ödüyor. Bununla beraber ben planlarımı bu ücret yokmuş, gelmeyebilirmiş gibi yapıyorum. Bekar annelerin çoğunun böyle yaptığını da biliyorum. Özellikle küçük çocuğu olan annelerin çocukları hasta olup okula gidemediğinde, veya kendilerine zaman ayırmakta zorlandıklarını biliyorum. Çocuğu bırakacak yer olmadığı için bir önceki yazının konusu olan içsel göstergelerine bakamamak, kendine ait zaman ayıramamak, kendi iç kaynaklarını dolduramamak da sık rastlanan durumlar. Bir kahve molası, arkadaşla yan yana yürüyüş, sohbet, kahkaha, kısa tatiller ile kendi içsel kaynaklarını zenginleştirmek, çocuğunla ilişkinde sabrını, şefkatini, dinleme kapasiteni de arttırıyor esasında. Dolayısıyla aynı benzin almaya zamanım yok diyemediğimiz gibi ele almalıyız bekar annelik mevzusunu da. Ha bende durumlar nasıl? Çoğu zaman ev iş arasında geçiyor günler. Şehir dışına çıkmalar ya mesleki bir kurs gerekçesiyle ya da görev aldığım meslek örgütümün çalıştayları nedeniyle. Mesleki kurslar İstanbul'da olduğu için akşamları eski arkadaşlarımla buluşuyorum. Meslek örgütünün buluşmaları İstanbul, Ankara, Samsun, Gaziantep gibi farklı illerde oldu görev aldığım üç yıl içinde. Eylül ayında Diyarbakır'da bir toplantı olacak. Bu toplantılar oldukça yoğun geçiyor ancak farklı illerden arkadaşlarla birlikte aynı otelde kalmak, kahvaltı ve akşam yemeklerinde sohbet etmek besliyor beni. Bununla beraber bunları yıla paylaştırdığımda onbeş gün bile etmiyor. Sorunsuz boşanmanın bile kendi içinde zorlukları var yani. Mutsuz evliliklerin büyük kısmının sürmesi belki de bu yüzden. Evlilik de ayrılık da gül bahçesi vaat etmiyor insana. Ama kafanın rahat olması, içinin huzurla dolu olması ev içinde kendi küçük gül bahçelerini yaratmana da olanak sağlıyor. Kızım büyüdükçe arkadaşlarımla olan sohbetlere katılıyor, kahkahaların atıldığı, neşe dolu anlar çoğalıyor. İşte bunun için sevinebilirim.
Siz nasılsınız? Hayatta ayrıcalıklı olduğunuz ve olmadığınız durumlar, kimliklere dair durumlarla ilişkiniz nasıl?
29 Mayıs 2025 Perşembe
İkide bir: 2
Yoğun ve yorucu bir gün beni bekliyor. Dün akşam da epey çalıştım üstelik. Bugün yeni evde temizlik olacağı için temizlik malzemelerinin bir bölümünü, elektrikli süpürgeyi, bir masa ve iki sandalyeyi bıraktık. Evi kiraya vermek için bir emlakçıyla konuştum. Evi fotojenik hâle getirmek lazım. İki büyük giysi ve ayakkabı torbası, ablama ait bir büyük torba kırlent ve iki adet çekyat kenarı sınır dışı edilecek. Nevresim, çarşaf, havlu dolu valiz de temizlikten sonra yeni yuvasına gidecek. Kalan öte beri dolaplardaki boşluklara tıkılacak. En zorlu parkur kızımın odası. Legolardan oluşma büyükçe Hogwarts okulu, sürüsüne bereket kar küresi, minnoş seramik pisicikler, Jumbo ganimetleri... Deli kızın çeyizi misali serildikleri yerden kaldırılacak. İki gün içinde. Sonra gelsin ferah feza fotoğraflar...
İnşaat temizliği zor iş. Bir günde hallolur mu hiç emin değilim. Ben de yardım edeceğim. Getir götür işleri de çıkar muhakkak. El altında olmak lazım, dedim. Bugün işe gitmek yok. Umarım kolaylarız. Hafta sonuna kadar kabası, incesi bitsin ki, bayramda elden taşınacakları taşıyalım, yerleştirelim. Yardım tekliflerine çok açığım. Ameliyat sonrası ağır taşıma yasağı sürüyor çünkü. Dün bir firma temsilcisi yardım etti örneğin. Kızım sordu: Neden? Çünkü dedim, yardım teklif etti, benim de yardıma ihtiyacım var. Beş dakika sürdü eşyaları taşımamız. Sonra oturduk sohbet ettik. Hafta sonu başka kaynaklarımdan da destek rica edeceğim. İnsana insan gerek.
Bugün iş çok. Sürekli hareket halinde olacağım. Akşama yattığım yeri bilemeyecek hâle gelmem çok muhtemel. O yüzden sabah işe güce dalmadan yazayım, İkide Bir yazımın ikincisini dedim. Kediyi besledim. Bahçeye çıkarmak için balkon penceresini açtım. Dün ay uç vermiş, yakında açacak dediğim kaktüsümün çiçeğiyle karşılaştım. Muayenehane önündekiler de "Ben de, ben de, " demekte. Sardunyalar da açtı. Morsalkımın çiçekleri bitti ama bize sağladığı yeşilden perde ve gölge yeter.
Tüm çocukluğum Sümerbank Lojmanlarında geçti. Lise bitip İstanbul'da üniversiteye başlayana, kendi dairemize geçene kadar apartmanda otırmadım. Göz hizam hep bahçeye dönük oldu. Güller, papatyalar, ortancalar, hüsnüyusuflarla doluydu bahçe. Vazodan çiçek eksik olmazdı. Bahçeye düşkünlüğüm o zamanlardan kalma galiba. Balkonlarımda hep saksılarım oldu. Kızım küçükken çilek fideleri dahi diktim. Büyük bahçeli ev özlemim yok. İş tempom, yaşam yükü buna el vermiyor. Asansörle yukarı çıktığım, topraktan uzak, göğe yakın daireler hiç cazip değil. Alt katlarda olayım, ağaç, çiçek göreyim istiyorum hep. Neyse ki inşaat firmaları burun kıvrılan zemin katlarını bahçe kullanımlı forma çevirdi de, benim gibi çiçek, toprak sevdalıları üzerlerindeki sekiz, dokuz katı unutup müstakil yaşam sürme imkânına kavuştu. Yürüme yolunun çitine sarılı yaseminlerin kokusu, cıvıldayan kuşların sesi aradında işleneceğiz bugün.
Ama önce giyinmek lazım. Ve de benzin almam. İbre sıfıra geldi dayandı. Benzin alma işini bu kadar savsaklamazdım eskiden. Ev, iş sürüşü arasında benzinci olurdu çünkü. On yıldır ev iş rotasında benzinci yok. Özellikle gitmem gerekiyor. Gitmeyi erteleyebiliyorum. O tarafa yolum düşünce alırım diyebiliyorum. Benzini son dakika almakla, zamanım yok yapamam düşünceleriyle ihtiyaç duyduğun molayı almamak arasında doğru orantı olabilir mi? Benzin almaya zamanım yok diyemiyoruz, ertelesek de alıyoruz. Çünkü yolda kalma riski var. O zaman bugünün tefekkürü benzin metaforu üzerine olsun. Arabaya binince benzin göstergenizle beraber içsel göstergenize de bakın. Depo ne vaziyette? Ben öyle yapacağım. Kalın sağlıcakla.
27 Mayıs 2025 Salı
İkide bir: 1
Yılın en sevdiğim zamanları. Kıştan çıkmışız. Hava limonata gibi. Ne üşüyorsun ne sıcaktan bayılıyorsun. Tişört, sandalet sezonu başlamış. Sıcaktan, nemden uyuyamama, kara sinek, sivrisinek derdi yok. Gelincikler, papatyalar açmış. Kırlara çıkmaya dahi gerek yok. Bir avuç toprakta bile can vermiş rengârenk çiçkeler, morlar, kırmızılar, sarılar, pembeler... Renk cümbüşü...
Baharda neşelenmeyen, yeni başlangıçlara niyet etmeyen ya da imrenmeyen var mıdır acaba? Hiç sanmam. O soğuk, uzun, karanlık kış günlerinden sonra aydınlığa kavuşmak ve kuru dalların canla dolup taştığını görmek en karamsar insanı bile gülümsetecek, eyleme geçirecek türden bir içsel motivasyon sağlıyor bence. Doğanın güzelliklerine gözümüz açık bence, her birimizin. Güneşin altında göbeğini açmış miskince yatan kediye, rızkını arayan martıya, narince salınan gelinciğe, gökyüzünü şahane renklere boyayan gün batımına duyarlıyız. Bir an olsun durmayı, görmeyi zevk almayı başarıyoruz. Eh devir sosyal medya devri, elimiz telefona uzanıyor ve kadraja almaya çalışıyoruz bu güzellikleri. Şartlar ne denli güç olursa olsun hem de. Victor Frankl, aklını kaybetmeden, sağlığını yitirmeden, üstelik de elinde Logoterapi gibi bir yöntemle çıktığı toplama kampı günlerini anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabında ne güzel anlatır, daracık zamanlarda, alanlarda gözleriyle buluşan gökyüzünü, etrafı kuşatan doğayı. Zaman her şeyin ilacıdır, derler ya, ona inanıyorsak şayet, bu, bunca yıldır, doğanın döngüsüne şahit olduğumuzdan.
Zaman bana da iyi geldi. Zor günler geride kaldı. (Bir sonraki zorluğa kadar elbette) Ameliyat olmak da keza öyle. Ağrı, sızı gibi bir şikayetim yoktu. Bununla beraber, iyi huylu da olsa, içimde taşıdığım kitle, bir nevi tıkanıklığa, durgunluğa yol açıyordu belki de. Malûm, hareketsizlik, durgunluk iyi bir şey değil. Durgunluktan kastım, duruluk, berraklık değil, durağanlık, çürümeyi, kokuşmayı, bozulmayı temsil eden bir şey. Vücudumdan bu tür bir durağanlığı atmak, belki de içimdeki kördüğümleri de açtı. Kararsızlığım son buldu. Eyleme geçebildim. Ev mevzusundan bahsediyorum, tam burada, bu anda. Bir ev alıp onlarca yıl oturmak diye bir şey ille de şart değil. Evler alınabilir, satılabilir, ihtiyaçlara hizmet etmediği yerde terk edilebilir ve yeniden kurulabilir. Önümde bir liste var. Temizlik, sineklik, kornij montajı, nakliye şirketiyle anlaşma vb. Yaptıkça tik atacağım ve ilerleyeceğim. Okullar kapanır kapanmaz da ver elini, yeni ev.
Bu hayal olmasa, başıma sardığım zorlu iş çekilir çile değil. Şimdiye değin, bir miktar çocuk kitabı, kıyafet, oyuncak ayırdım ve verdim. İki büyük evrak çantası içlerini boşalttım. Miadı dolmuş kâğıtlar geri dönüşüm için ayrıldı. Kendi yatağımın bazası dışarı çıktı. Ne var ne yok elden geçti. Yeniden toplandı. İşe yaramayan şeylerle vedalaşıldı. Giysi dolabının yarısı boşaltıldı. Kalan kısmı üç hafta boyunca bana yeterli olacaktır. Ebeveyn yatak odasındaki giysi dolabı ve çalışma odası kitaplıkları kalacağı için onlara en son el atmaya karar verdim. En zorlu kısım kitapları taşımak olacak. Ayrı bir çalışma odası olmayacağı için salonda ya da yatak odasında kitaplık ve çalışma köşesi kurulacak. Bunun için de acele etmeyi düşünmüyorum. Eşyalar yerli yerine yerleşsin, hangi odayı nasıl kullanıyoruz görelim, kalan boşlukları itinayla değerlendiririz. Bir yerde, bir mimarın bahçe peyzajına, yürüme yollarına orada yaşam başladıktan sonra, son dokunuşları yaptığına dair bir şeyler dinlemiştim. Çok da mantıklı gelmişti. Orayı kullanan bireyler, yürüdükçe, kendiliğinden beliren yolakları, yürüme taşlarıyla bezemek, ya da ne bileyim rüzgâra, güneşe göre en şahane yerde konumlanan köşeleri, dinlenme, oturma alanlarına çevirmek... Bir önceki evimde, öteden beridir çalışma masamı pencere önüne koymayı hayal ettiğim için önce oraya yerleştirmiş, sonra odayı daha verimli kullanmak adına yine duvar önüne çekmiş, bu sayede 9 m2 odada bir duvarı boylu boyunca kitaplıkla kaplamayı, iki çalışma masası, sandalyesi ve bir yatak sığdırmayı başarmıştım. Mekânları tanımak şart. İçinde yaşarken, kendiliğinden gerçekleşen bir tanış olma hâli bu. Annemin yıllarca oturduğu eve ilk taşındığımda, onun yerleştirdiği şekilde yerleştirmiştim evi. Zaman içinde, ya bu köşe daha ışıklı, denizi de görüyor, yemek masasını oraya mı alsak sorusuyla, kanepeyi pencere önünden çekmiş, masayı oraya almış ve içime sinen yerleşimi bulabilmiştim. O son hâl için üç versiyon denemiştim hatta. Bıkmadan, erinmeden, denemek gerek. Yaşamak sanatı diye bir şeyden bahsedeceksek, bunun formülü de böyle bir şey, belki de. Her an gözlem yapmak, ihtiyaçlarınla bağ kurmak, değişimi fark etmek ve yeniden şekillendirmek, bıkmadan, usanmadan, erinmeden üstelik.
İkide bir günlüklerinin ilk yazısı burada bitiyor. Bıkmadan, usanmadan, erinmeden sonuna kadar okuyan herkese selam olsun!
Bir de fotoğraf. Kaktüsümün çiçekleri açtı. Ne zaman açacak diye beklerken ben.
26 Mayıs 2025 Pazartesi
İkide bir: intro
Davet Mindmills'ten. Katılım bizden.
Bir kez daha bir yeniaydan diğerine topluca yazma döngüsü. Bu defa iki günde bir. Astrolojiyle çok ilgili sayılmam. Doğrudan bu konuda aldığım bir eğitim yok. Alaylı sayılacak kadar yakın okumalar da yapmış değilim. Bununla beraber takip ettiğim kimi sosyal medya hesaplarından yeniay, dolunay, tutulma vb. astrolojik olaylardan haberdar oluyor, ileti hoşuma giderse sonuna kadar okuyorum. Davulun sesini uzaktan duymak misali bir şey, benimki.
İşte bu uzaktan kulağıma çalınan sesi, bu ayın ezgisini, ferahlık, bolluk, bereket olarak yorumladım. Tam da yeni bir eve taşınmak üzere toparlanmaya koyulmuşken bu yorumuma pek de sevindim. İki günde bir yazmanın zamanlamasını da uğurlu buldum. Taşınmak, bir değişim en nihayetinde. Her değişim bir ihtiyaçtan, bir memnuniyetsizlikten doğduğuna göre, yeni evimi, hayatımın bu yeni dönemini nelerle doldurmak istediğimi yazmak, lafı evirip çevirip bu niyetlere çekmek, bir nevi çiftçilik yapma, iyi niyet tohumlarını ekme fırsatı da sunacak bana. Vira bismillah!
25 Mayıs 2025 Pazar
Seramik ev
Yapacak çok iş var. Gözümün korkması boşa değil. Abonelikleri açtırmakla işe koyuldum. Çocuk kitaplarına el attık. Çok radikal bir başlangıç yapamadım ancak bir miktar kitabı paylaşabildim. Çocuğu olan arkadaşlar, devlet okulu kütüphanesi şeklinde bir dağılım yaptım. Parça parça veriyorum.
Eh hafta sonunu boş geçirmek olmaz. Eller çalışacak. Dün akşam eve girince cep telefonumu muayenehanede unuttuğumu fark ettim. Yemek yedim. Mutfağı topladım. Büyük bavulun içini nevresim, yastık kılıfı, kıyafetle doldurdum. Kalanları yıkaya yıkaya kullanırım. Yeterince iş yapıp yeterince yorulunca telefonumu almak üzere dışarı çıktım. Muayenehaneye ayak bastığım anda telefonum çaldı. Zamanlamanın böylesi.
Arkadaşımla buluştuk. Kordonu baştan aşağı yürüdük. Yenilenen Donanma Çay Bahçesi'nde Türk kahvesi içtik. Tüm yolu geri yürüdük. Hayatımızdaki yenilikleri dinledik. Birbirimiz adına sevindik.
Dönünce cumba yatak yapmadım. Kızımın kalan bebeklik oyuncaklarına ve kıyafetlerine baktım. Birer kutu hariç hepsini vermiştim. Kalanları eledim. Oyuncakların hepsini, kıyafetlerin pek çoğunu ayırdım. Ne nereye gidecek mesaisini de tamamladım. Çöpe atmak bana göre değil. Pırıl pırıl, gıcır gıcır eşyalar istiyorum ki, başka çocuklar tarafından kullanılsın. Taşınmaların duygusal emeği de kadınların omzunda galiba.
Gece plağımı taktım. Meditasyonu açtım. Uykuya daldım. Plak gece diş sıkma sorununu çözdü. Ama gün içinde de sıkıyorum. Gündüz de taksam yeridir.
Sabaha karşı bir şangırtıyla uyandım. Kapıyı açınca koştu benimki, dolandı bacaklarıma. Bir sevinç, bir muhabbet. Su verdim ve etrafı kolaçan ettim. Büfenin üzerinde duran çatısı, bacası, pencereleri ile tastamam seramik ev sizlere ömür. Dün de düşürmüş, yalnızca bacasını kırmıştı. Yarım bıraktığını tamamlamış. Kızsam ne fayda. Şaşırdım. İki gün üst üste mesai yapmış. Üç yıldır büfenin üzerinde sapasağlam duran, patilerin hedefi olmayan seramik eve kafayı takmış. Tam da bu yuvadan ayrılmak üzere toplanmaya başlamışken evin kırılması çok sembolik geldi bana. Kaza deyip geçemeyecek, elbette anlam yükleyeceğim.
Eski ev yıkıldı, küllerinden inşa edilmeyecek. Yeni bir ev bekliyor bizi. Üstümüze çatı olacak. Geniş mutfağında çaylar demlenecek, umuyorum ki hayat şenlenecek, börekler, kekler pişecek, arkadaşlar gelip gidecek. Anılar birikecek. Bahçesine dikeceğimiz çiçekler büyüyecek. Kokularını salacak çitlere sarılı yaseminler. Soluyacağız, soluklanacağız, umuyorum ki iyikilerle doldurmayı başaracağız.
18 Mayıs 2025 Pazar
Nohut oda bakla sofa
Söz yaratır, derler dostlar! Buraya mevcut evime taşınırken umduklarımı ve bulamadıklarımı defalarca yazdım. Yazmakla yetinmedim. Anlattım. Karşılanan ve karşılanmayan ihtiyaçlarımı sohbet konusu ettim. Emlak sitelerinden çıkmadım. Evimin yakınlarını turladım. Beğendiğim sitelerin önünden defalarca geçtim. Sonunda aradığım evi buldum. Yetmeyecek, açık kalıyor, arabayı mı satsam, besi mi bozsam derken bankaların kapılarını aşındırdım. Çok içten dilemiş olmalıyım ki, satıcı ödeme planımı kabul etti. Ödeme tamamlanmadan tapu devrini yaptı. Kalan miktarın senedini satıştan dört gün sonra yapmaları da cabası. Bu devirde, insanın insana güvenebilmesi güzel şey.
Anahtarları teslim alınca bagajdan iki kamp sandalyesini götürüp bıraktım. Dün kızımla gidip ölçüleri aldık. Kafa kafaya verdik. Hangi eşyaları götüreceğimizi düşündük. Çünkü yeni ev 2+1. Şu anda oturduğumuz eve nazaran bir yatak odası, bir büyük kapalı balkon eksik. Bununla beraber kocaman mutfağına ve mutfaktan çıkılan kendine ait küçük, müstakil bahçesine bayıldık. Varsın nohut oda bakla sofa olsun, dedik. Zira ihtiyacımın üzerinde büyüklüğe sahip bu evin işleri beni yoruyor. Ev büyük, depolama alanı çok olunca, istifledikçe istiflemişiz. Bebeklik kıyafetleri, oyuncakları, kitaplar, kutu oyunları... Nereyi açsam üzerime üzerime gelen yığınla eşya. Bırakmak, sadeleşmek bana iyi gelecek, biliyorum.
Yapacak çok iş var. Abonelikler açılacak. Ev temizlenecek. Kitaplar, kıyafetler, mutfak malzemeleri ayıklanacak. Kızım bu yıl LGS'ye giriyor. Taşınma işini onun sınavının ertesine bırakma eğilimindeyiz. Bununla beraber, bugün evi yeniden gezince, içimi heves ve heyecan kapladı. Bayramın birkaç gün öncesinde taşınmak, bana kabaca yerleşmek için ihtiyaç duyduğum zamanı tanıyacak. İki evin arası yalnızca 500 metre olduğu için okul servisi de değişmeyecek. Ve fakat sınava ve mezuniyet balosuna sayılı haftalar kala, bu karar büyük ölçüde kızıma bağlı. He demezse, bayram tatili eleme, paketleme, elden taşınacakların taşınması ile geçer. Taşınma mezuniyet balosunun sonrasına kalır. Her ikisi de kabulüm. Hadi hayırlısı.
Bir de kedi var, tabi. Balkon penceresinden içeri giren, dışarı çıkan, gezip dolaşan ve evin yolunu rahatça bulan Sani'nin yeni evin yerini bellemesi gerekecek. Yeni sitede onu bekleyen bir de sürpriz var. Sarmaşık isimli tıpkısının aynısı bir dişi sarman. Öyle ki, evi emlakçıyla ilk kez görmeye gittiğimde onu Sani sanmış, demek buralara kadar geliyormuş diye düşünmüş, onu Sani zannettiğim için de ısrarla seslenmiştim. Beni gördüğünde yanıma gelmiyormuş gibi, tuhaf bir yanılgı. Dün de şapşal şapşal seslenince bir site sakini ismi Sarmaşık, buranın kedisi, dedi. Bugün Sarmaşıkla yeniden karşılaştık. Evin içine dahi girdi, bizim oğlandan önce hem de. Bizimkinin bundan hazzetmeyeceği kesin. Bakalım ilk karşılaşma nasıl olacak? Sevgi ve dostluk mu gelişecek? Nefret mi? Meraktayım.
13 Mayıs 2025 Salı
Nisan alfabesi
Anlar ve anılar kaybolmasın diye yazıyorum bu alfabeleri ama içim ağır, kafam bulanık, elim varmıyor, kalemim yetmiyor. Yine de buradayım. Hele bir ilk adımı atayım.
Bazen günler birbirini hemen hemen aynı şekilde tekrar ederken parıldayan, belirginleşen anları tespit etmek güç. Dile getirmezsen şayet yaşamadın sanman işten bile değil.
Can sıkıntısı nisandan en çok kalan. Şair haklı mı yoksa?
Deniz kızım, on dört yaşında. Ellerimle işledim hediyesini. İncelikler hep ondan geldiğinden. Özendim bu yıl. Özendi babası. Takvim tutmazlığı, öfke patlaması...
Ev bakmak bende bir ata sporu. Sahibinden.com'u blogtan çok ziyaret ettim bu ay.
Fareyi çabuk bırak ağzından. Sani!
Gelincikleri görmeden bahar geldi denir mi hiç! Kırmızı ile yeşilin muhteşem dansına bu yıl da tanık oldu bu gözler çok şükür.
Haribo almış kızımın arkadaşları. Büyük ya da küçük ol. Hariboyla mutlu ol. Attım ağzıma.
Işık kazandı. Günler uzadı. Aydınlıkta uyanmanın mutlulukla ilgisi var. İnanmayan beri gelsin.
İrlanda Defteri var mı diye sordum kitapçıya. Var bir tane, kendim için ayırdım ama dedi uzattı.
Japonya, Çin turları reklamları, çekil önümden. Bütçemde sana yer yok.
Kalbim neredesin? Komada mı, derin bir uykuda mı?
Leylek göremedim bu bahar. Yollara revan olamayacağım demek. Oysa haritada pek çok nokta var, görmek istediğim.
Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Meryem Uzerli, gülmesi, içtenliği, öfke patlatması, neşe saçması... Efsane sultan.
Neşe yayılsa elden ele, kalpten kalbe. Kır çiçekleri gibi açsa bir anda. Güzel olmaz mı?
Okula gittim, söyleşi ve imza günü için. Hevesli, heyecanlı çocuklar karşısında neşelenmek ne kolay.
Öykü yazmıyorum nicedir. Özledim.
Peynirle ismi özdeşleşmiş kentte, marketten süzme peynir alıyorum. Çünkü çocuklar baskın, aromatik tatlı peynirleri pek de sevmiyor.
Reçel kalmadı evde. Annemin kapısını çalmalı.
Schliemann, modern arkeologların atası, orta yerinden yarmışsın Truva'yı, bir yağmacı, define avcısı gibi, gayrı iflah olmuyor.
Şans mıdır, bir sikke bulmak tarlanı sürerken? Çocukluk hayalim. Kızıma da anlattım.
Truva ören yerini gezdik. İçinden hikayeleri çıkarınca, üst üste yığılmış taş parçaları yalnızca.
Ufka baktık, Truva ören yerinde. İlyada ve Odysseia'nın çocuk versiyonlarını okudum yalnızca. Ayıp hatun ayıp! Al ve başla.
Üzgün, bezgin, yılgın hissediyorum olanlar karşısında. İçime de bahar gelsin artık. Lütfen, rica ediyorum.
Vişneli yoğurt, tatlı niyetine. Seviyorum. Boykot vesilesiyle buzluktaki stokları tüketiyorum. Fasulyeler bitti. Darısı iç baklaların başına.
Yazlıkları çıkardım, kışlıkları kaldırdım arkadaşımın yardımıyla. Yardım isteyebileceğin arkadaşlarının olması güzel şey.
Zencefilli bira. Ne güzel şeymişsin sen yahu. Kıştan kalma Bulgaristan stokları tükendi.