Aynı küçük sokağı paylaşan bireyler gibiyiz, şunun şurasında. Eve girip çıkarken karşılaşıyoruz. Kimi zaman başımızı eğerek selamlaşıyor, kimi zaman ayak üstü konuşuyoruz. Haliyle birbirimizin eksikliğini hissediyoruz. Diyeceğim o ki, görüşmeyeli özlemişsinizdir, özlenmişsinizdir. Yeni aya girerken hızlıca bir özet geçeyim. Kalbinize değen, sizi düşündürten yerler olursa ne mutlu bana.
20 Mart
Misafir
Dün ailemizin en büyüğünü ağırladık yeni evimizde. Onun hatırına Laz böreği bile pişirdim. Daha hafif olsun diye orijinal tarifi değiştirdim. Birkaç versiyon daha var aklımda. Denenecek. Kızım en çok kıymalı böreğimi severdi. Bu, onun önüne geçti anne, dedi. Kökleri yüzünden bence. Yukarıya doğru uzamak için aşağıda güçlü kökler arıyor insan. Aidiyet güçlü ihtiyaç. Boşuna taş yerinde ağırdır, demiyorlar. Son deprem ne çok insanı yerinden, yurdundan etti. GSM operatörleri 300 bin abonenin telefonunu kullanmadığını tespit etmiş. Bir de yaşlılar var. Hayatının son demini evinden, bahçesinden, kapı önü muhabbetlerinden, alışkanlıklarından uzak geçirmek zorunda kalanlar. Bu ülke uzun zamandır üzüyor bizi, çok yoruyor. Bu bahar hak ettiğimize kavuşmak, en büyük hayalim, hayalimiz.
Değişim
Uzun yıllardır bloğumu aynı temayla kullanıyordum. Geri planda boy boy ciltli kitaplar seçiliyordu. Ağırlıklı olarak okumak yazmak üzerine yazdığım için uygun gelmişti. Birden bire değiştirme isteği geldi. Yeniden baktım kitaplara, uzun uzun. Tozlu bir kütüphaneyi çağrıştırdı. Kapısı asırlardır açılmayan tozlu bir kütüphane. Usulca açtım kapıyı. Nemden kabarmış kitaplar ağlamaklı. Her adımda kalkan toz burnumu kaşındırınca pencereleri açtım. Koşar adım dışarı çıktım. Orayı temizlemesi için bir ekip çağırdım. O güne değin turuncu rengin, dairelerin, spirallerin enerjisi bizi sarsın.
21 Mart
Bugün Çanakkale mektuplarının dördüncüsü havalandı. Kaldı dokuz mektup. Mektuplarıma abone olmak ya da benimle yazı alıştırmaları yapmak için buraya
Bugünlerde almayı umduğum haber için gözüm epostamda. Uzun yıllar önce bir yerlerde okumuştum. "Beklediğin haber gelmiyorsa hayır demektir." En iyisi gözlerimi geleceği kesin olana çevirmek. Bahar geliyor benden söylemesi. Minnak bahçemi ısırganlar, ebegümeçleri, papatyalar bastı.
22 Mart
Yeni eve geçen yaz taşıdık. Zemin kat dairemize ait minik bahçenin sınırlarını bir çit veya beton duvarla belirlememiz yasak. (Öyle olsa çok daha iyi olurdu tabi) Genel bahçe düzenlemesi esnasında inşaat firması bizim bitki çitini de üstlendi ancak dikim yaz aylarına sarkınca o bitkiler, sarardı, soldu. Birkaç ay önce yenilenmek üzere söküldüler. Bizim Sani'ye de gün doğdu. Her bir bitkiye yuva olacak derin çukurların içinde günlerce hopladı durdu. Eve girmesi için seslendiğimde içine atladı, sarı kafasını yana çevirip benimle göz temasından sakınıp aklınca saklandı. Çukurların yanından kendiliğinden papatyalar fışkırdı, ebegümeçleri, ısırganlar. Bahçenin bu dağınık ve çılgın hâli hoşuma gidiyor, yalan yok. Ama bir sınıra da ihtiyacım var. İçini bir nebze ben kılabilmek, gül, lavanta dikebilmek için. Baktım tık yok, öyle toplu mezar gibi açılmış bekliyorlar, her baktığımda içim bir fena oluyor. Yöneticiye "Ne zaman dikilecek?" diye sordum. İnşaat firması yakınlarda başka bir binayı bitirmek üzere olduğu için epey bitkiyi istiflemiş. Oradan seçelim dedi. Dün sabah gittik, seçtik. Sabah kahvaltı yaparken bitkiler taşınıyordu. Akşam göreceğim yeni hâlini. İçim pek bir kıpır kıpır. Hızırellez öncesi güzel bir yediveren gül dikmeyelim mi yani.
23 Mart
Hiçbir çiçek
Gül kadar suçlanmadı
Gülün bütün günahı
Azıcık kanatmaktı
Kokusunu savunmak için *
Kokusunu savunan bir gül alayım, dedim. Seracı hangisinin kokulu olduğunu bilemedi. Öylece yığmışlar bahçeye. Sihirbazından vereyim, dedi. Sihirbaz gül de varmış meğer. Tomurcuğa tutmuş bir tane aldık. Bir o renk açacakmış, bir bu renk, kimi zaman aynı dalda çift renk.
* Şiiri Sezai Sarıoğlu'ndan duydum ama dizeler kime ait bilmiyorum.
Yılın ilk leyleğini gördüm bu arada. Hem de havada.
24 Mart
Masamda Hotel Grand Saigon'a ait plastik oda anahtarı duruyor. Onu saklıyorum çünkü o gece de dediğim gibi, anahtarı kaybetmedim, nerede olduğunu hatırlamıyorum. İkisi arasında fark var. İkinci kart iade edilemeden sırt çantamda benimle bir başka kente, sonra yurda geldi. Beyanımın gerçekliğinin, bir niyetin nişanesi! Saklamaya değer. Her suçlamayı üstüne almamak da bir niyet olarak girmeli çünkü hayatımıza. Bir kas gibi geliştirmeliyiz bunu, suçluluk ve utanç duygularının pençesine düşmemek için. Her koşulda zeytinyağı gibi üste çıkmak ya da bencil, umursamaz olmak değil, bahsettiğim şey, anladınız.
25 Mart
Kızım ve annemle iş çıkışı çarşıda dolandık. Çarşıda dolanmanın da ayrı bir keyfi var. Pastanelerin, sokak lezzetlerinin, aktarların, züccaciyelerin, perdecilerin önünden geçmek aklına gelmeyen eksiklerin zihninde belirmesine yol açıyor. Kısa günün karı ya da cepte açılan gediği... Bir pantolon, bir tuval, bir BJK bilekliği, tomurcuk basmış ağaca bırakılmış bir marteniçka, bir kahve, bir soda, üç dürüm, üç ayran, bir tutam yıldız anason, bir tutam kakule... Chai latte denemem iyiydi, eksik malzemeler de tamamlanınca daha iyi olacak.
26 Mart
Netflix'te izleyecek bir şeyler aramak, bazen pazar tezgâhında seri sonu marka ürün aramaya benziyor. Kalabalık, gelişigüzel... Eşelenmek sıktı. Atiye'yi izleyeyim dedim. Şu ilk sezonunu yıllar önce izleyip gerisini merak etmediğim dizi. Hafta sonu ikinci ve üçüncü sezonu izledim, durdum. Güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, şık kıyafetler, lüks evler, İstanbul, Mardin, Göbeklitepe manzaraları, mistik olaylar, sürekli dışsal yardımla şifre çözen kahramanlar... Birkaç bölümüne denk gelen kızım, "Bence konuyu oyuncular da anlamamıştır, ezberleyip söylemişlerdir," dedi. Çocuk haklı. Nokta.
27 Mart
Sevgili Ceren günün tortusunda Eflatun (Platon)'dan alıntı yaparak aşka dair düşüncelerini yazmış. Beni etkileyen kısım şurası:
"... aşk bize yapamayacağımızı/ yapmayacağımızı sandıklarımızı yaptırır, sınırlarımızı bulanıklaştırır, inanç ve kalıp yargılarımızı sarsar ve bu sayede ruhumuzu hiçbir başka deneyimin getiremeyeceği bir hızla, bir noktaya getirir. Bu noktanın hangi nokta olduğu, yani iyi ya da kötü bir nokta olduğu ise, ruhun yapısında yatar. Ruh açık, hafif, güçlü ve olgun bir ruhsa, aşk, onu bilgeliğe kadar getirebilir. Ruh henüz çok genç, huzursuz, cahil ve korkak bir ruhsa, onu mahveder, kendi kendini yok etmesine ya da güzel bir şeylere zarar vermesine neden olur..."
Bu nokta kızım elbette. Kızımın babası ile tanıştığım dönem ve koşullar... Tam bir "yapmayacağımı sandıklarımı yapma" hâliydi. Öncesinde ruhumu çok zorlayan bir fırtınanın içinden geçmiştim. O fırtınanın bir esinti olduğunu düşündürtecek günler, aylar, yıllar yaşadım sonra. Uzunca bir süre yük ettim sırtımda. Son yıllarda taşımıyorum eskisi gibi. Bıraktım. Ya da öyle sanıyorum. Benim gibi değişimden hoşlanmayan birisini ancak aşk harekete geçirebilirmiş zaten. Kızımın doğması için babasıyla tanışmam, öncesinde ve esnasında o zorlukları yaşamam kaçınılmazmış, kaderimmiş. Hiçbir şey iyi ya da kötü değilmiş. Her şey olması gerektiği için olmuş. Böyle düşünmek sence de çok ferahlatıcı değil mi? (Olanın olduğu esnada verdiğimiz tepkilerin, yaptığımız eylemlerin, her bir seçimin bizi bugüne taşıdığı doğru. Kimi tepkilerimizden, eylemlerimizden, seçimlerimizden memnun olmayacağız haliyle. Başka türlüsü mümkün müydü diyeceğiz? Üzerine düşüneceğiz. Öyle pişman olup sararıp solmak için değil elbette. Bir sonraki sefer daha iyisini yapabilmek için. Yaşımız büyürken, yüzümüz kırışırken ruhumuz da olgunlaşsın diye. Yoksa yaş almakla bilgelik kazanılmıyor. Olmak ve pişmek zaman istiyor, deneyim istiyor. Tevekkül dediğimiz "Bugün bu kadarını yapabildim. Deniyorum. Daha iyisi için çabalıyorum," kabulü değil mi? Önümüzdeki günler, aylar, yıllar hepsi yeni bir fırsat olarak bizi bekliyor.
28 Mart
Dün lodos vardı. Hava çırpındı durdu gün boyu. Sani'yi de eve sokmak mümkün olmadı. Her girdiğinde bir yolunu bulup kaçtı. Serseri mayın gibi döndü dolaştı. Bazen bana da olur, ne yere sığarım ne göğe... Üzerime ağırlığı çöker lodosun, kalbim sıkışıp durur. İlk kitabın adı Lodos Çarpması oradan anla. O ağırlık öyle şıp diye gitmez. Lodos sabır ister, gözü yaşarana dek beklemek. Gece inceden başladı yağmur. Pencereyi açtım. Seslendim. "Sani, Sani." Koştura koştura zıpladı içeriye. Üzerinde bir tuhaf haller... Kanepeye yayıldı. Patilerini burdu, yattı. Gece ben yatarken bile yerinden kıpırdamadı. Öyle heykel gibi, donuk... Gökyüzü ağladı gece boyu. Yeni diktiğim bahar dalının, sihirbaz gülün, kendiliğinden açan kır papatyalarının üzerine. Sabah daha ferah uyandım, uyandık. Bir ferah kahvesi içmeyeyim mi yani diye yayıldım balkonuma. Sefam olsun!
29 Mart
Siber aylaklık çok zamanımı alıyor. Aynı anda onlarca işi yapmaktan çok yoruldum. İş dışında hiçbirini tam odaklanarak, tüm mevcudiyetimle yapamıyorum gibi geliyor. Cep telefonlarının, internetin bizi her an ulaşılabilir yapması sınırları çizmeyi de zorlaştırıyor. Bu hafta sonu evde yalnız kalma ihtimali var. Şeytan diyor, kapa interneti. Çalışma odasından başla, düzenle, hafifle.
Ne güzel bir yazıydı, uzun uzun okudum sizi.. Her güne ayrı bir düşünce bıraktım..
YanıtlaSilYeni tema gerçekten bir canlılık getirmiş, bayılırım turuncunun enerjisine. Baharla birlikte güzel gelsin size de <3
Ne güzel çok sevindim 🙏 Ben de dün uzun zamandır bir dergiye öykü yollamadığımı fark ettim. Hemen bir tane gönderdim. Siz de buna vesile oldunuz ☺️
SilBuraya bir <3 bırakıyorum, gerisini email olarak yazacağım. İk fırsatta, aceleye getirmeden
YanıtlaSilŞahane! Bayılırım mektup almaya. Merakla bekliyorum ❤️
Sil