10 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 10 Mart

Şafak vakti

Sabah saat 5.30. Sahur vakti. Yaklaşık bir saattir ayaktayım. Kahvaltı hazırladım. Kızım, arkadaşlarıyla sözleşmiş. 5.30'ta eşzamanlı sahura kalkmaya oruç tutmaya karar vermişler. Ben oruç tutmuyorum ama peynirli gözleme yerini almış sofrada. Kuymak yapmışım kızıma, sıcacık. Daha peyniri uzuyor. Çaydanlıkta çay fokurduyor. Kendime de bir tabak yaptım. Afiyetle yedim. Bir bardak  çay daha doldurdum. Salona geldim. Bilgisayarımı açtım. Beynim kaynamadan, günün yorgunluğu araya girmeden sabahın bu sessiz, dingin saatlerinde yazmaya koyulayım istedim.

Ben sabah insanıyım. Geceleri erken yatmayı, uykumu almayı, sabahın erken saatlerinde kalkmayı ve evde çıt çıkmıyorken yazmayı seviyorum aslında. İş çıkışı eve geldikten sonra yemek ye, dinlen, etrafı topla derken zaman geçiyor. Sonra hemen yatarsan da sanki evin işleri tarafından yutulmuşum da, kendime zaman ayıramıyormuşum gibi bir düşünce gelip yapışıyor üstüme. Sonra çoğunlukla zaman öldürüyorum aslında. Anlamlı bir iş yapmadan elimde telefon videolara bakıyorum. Ne saçma! Reels izleyerek uyunduğu nerede görülmüş. 

Dün gece erken yatmaya karar verdim. Çünkü erken kalkacaktım. Kızım gerek yok ben kalkarım dese de (oradaki hayır'ı duyamıyorum belki de) ben kalkıp ona güzel bir sahur sofrası hazırlamak istedim. Çünkü Türk anneleri için doyurmak, sevdiceğine sevdiği yemekleri pişirmek, sunmak bir sevgi gösterme biçimi. Sabah derli toplu bir mutfakta, temiz ve boş tezgâhta çalışmak için ortalığı topladım, sildim. İş yaparken de storytelden bir roman dinlemek istedim. Biraz da kısa olsun, çok günlere yayılmasın, sünmesin, unutulmasın istedim. Defne Suman'ın Yağmurdan Sonra romanında karar kıldım. Roman çıktıktan sonra Beliz Hoca'nın İnstagram'dan yazdığı övgü dolu notu aklımdaydı. Distopik bir gelecekte, olayların yaşanma anının içinden anlatıldığını biliyordum. Yaklaşık iki bölüm dinledikten sonra odama gittim. Banyo yapıp çok da geç olmadan uyuyacaktım. Baktım reels çukuruna çekilmişim. Boş ver banyoyu. Sabah yaparsın, dedim. Açtım sesli bir meditasyonu. Ve uykuya daldım. 

Meditasyon, bilinçli farkındalıkla yapılması tavsiye edilen bir şey, oturur vaziyette. Oturarak yapmak benim için pek mümkün değil çünkü ben meditasyonu bir gevşeme, düşüncelerimden soyunma ve uykuya dalma aracı olarak kullanıyorum. O yüzden meditasyonda dik oturmak bedenime aykırı. Deneyimlemiyorum. 

Saat neredeyse altı. Uyku çağırıyor beni. Bu satırları şimdilik sonlandıracağım. Belki gün içinde devam ederim. 

                                                                        *

Gün içinde yazma fırsatım oldu. Ramazan ayındayız en nihayetinde. Hasta sayısı ister istemez düşüyor. Bununla beraber ne yazma hevesi duydum içimde ne de yazacak konu. Şu ana kadar yazdığım paragrafların uzunluğuna baktım ve bu haliyle paylaşmamaya karar verdim. O yüzden de böyle lafı dolandırıyorum. Pas atıyorum. Bahar sersemliği diyelim ya da sıkıntısı. Bu arada ben de kısmi oruç tutmuş gibi oldum. Öğlen yemek yemedim. Aralarda su ve kahve içtim. Akşam anneme gideceğiz iftara. Aileden biri oruç tutuyor ne de olsa. Birlikte yapalım istedim. Saat altı gibi bitecek işim. Bugün doğru dürüst hareket de etmedim. Belki arabayı muayenehanenin önüne bırakır yürüyerek gider gelirim. Birkaç bin adımı görmüş olurum bu sayede. 

                                                                     *

Dün Serhan Ok'un yazdığı bir çocuk romanı okudum. Günışığı Kitaplığı'ndan çıkma. Evcil robot hayvanların olduğu bir zamanda geçiyor. Temiz gıdayı dert ediniyor. Çiftçilik yapmak üzere şehirden ayrılan bir ailenin ilk hasat dönemi, çektikleri maddi manevi sıkıntılar, evin kızının geride bıraktıkları yüzünden zorlanması gibi meselelerin tam ortasında başlıyor roman. El birliğiyle güçlükler aşılıyor. Hayat bir anda bayram olmasa da o gecenin en karanlığı aşılıyor. Güzel olana yelken açılıyor. MUTLU SON. Hep söylediğim gibi çocuk kitaplarındaki umuda, dayanışmaya, yardımlaşmaya ihtiyacımız var. Bize bunu sağlayacak insanlarla çevrili olmak hayattaki en büyük gayemiz olmalı belki de. Tutturmuşuz iyi okul, meslek, ev, araba diye. Oysa kara gün kararıp dururken yanında kimler var? En büyük zenginlik orayı sağlam tutmakta. 


9 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 9 Mart

Blogta bir ilk sayın seyirciler. On bir yılı aşan blogçuluk hayatımda ilk kez ayda 8 yazının ötesine geçiyorum. Hedefin altında kalsam üzülürdüm, bozmaz kaidemi ama bu bir aylık pek çok blogseverin katıldığı yazma maratonunda hem birlikte yazmanın görünmez enerjisi hem de daha fazla üretmenin hazzıyla kaidemi bozdum. Hem de gönül rahatlığıyla. 

Saat şu anda 14.25. Aşağı yukarı 30-40 dakika oluyor eve geleli. Kızım dün gece babasında kaldı. Pazar sabahları tek başıma kahvaltı yapmayı sevmediğimden (pazar tüm aile bireylerinin rahat rahat bir araya geldiği ucu açık sofralara kurulduğu özel bir dinlenme, buluşma, bir araya gelme günü) annemi aradım hemen. Dün gece ablamla çıktığı Antep gezisinden döndü. Aradığımda ilaçlarını almak için bir şeyler atıştırdığını söyledi. Çamaşır yıkadığını, asması gerektiğini söyledi. Biraz ısrarcı oldum. Çünkü annelere bazen ısrar etmek gerekir. 

Evden aldım. Beraber kıyı avmnin (isminin vaadini taşıyan boğaz kenarına konuşlanmış, önünden yürüyüş yolu geçen, yemekçilerden oluşan minnak bir avmdir kendileri) içinde bir kafeye gittik. Annem benim kahvaltılıklardan atıştırdı. Çay içti. Sohbet ettik. Antep gezisini anlattı. İstanbul'da yaptıklarını anlattı. Ben de işten bahsettim biraz. Dünkü 8 Mart törenini anlattım. Onlar yokken yaptıklarımı. Ardından Türk kahvelerimiz geldi. Karşısındaki 17 Burda'ya yaya olarak geçtik. Annem ruj ve yüz temizleme jeli aldı. MR DIY'dan (Ay ne çok reklam aldım yazıya) muayenehane için ayna aldım. Muayene odalarından birinde lavabo ve dolapların olduğu bölüm duvarın önünde yer alıyor. İlk açtığımız zaman oraya uygun kocaman bir ayna yaptırmıştım. Diğer odada lavabo ve dolapların ardı olduğu gibi pencere. Yan cephesi de pencere. Bekleme odasına komşu küçük duvar alçıpan aslında ve Sağlık Müdürülüğü'nden aldığım çalışma belgesi, ruhsat, faaliyet belgesi asılı. Diğer duvar ayna asmaya müsait ama orası da alçıpan olduğu için diğer odada olduğu gibi büyük bir ayna asmak mümkün değil. Bir ara çok küçük bir ayna asılıydı. Sonra yerine ağır olmayan bir çerçevede resim astım. Ne zamandır oraya uygun bir ayna almak aklımdaydı. MR DIY'da dar ama dikey olarak uzun, odanın renklerine uygun, orayı tamamlayan bir ayna buldum. Eve gelmeden doğruca uğrayıp astım. Güzel de oldu. Ben bu işleri hallederken annem manava uğradı. Fırından çavdar ekmeği aldık. Onu kendi evine bıraktım. Ben de eve geldim. 

Bekleme odasında karşılıklı duvarlarda iki tablo var. Yapboz. 1000 parçalık İnci Küpeli Kız ve 1500 parçalık Barcelona'nın ikonik noktalarından oluşan bir kolaj. Barcelona'yı eve getirip yatak odamda duran Kaplumbağa Terbiyecisi'ni götürmek istiyordum. Başına bir iş gelmesin diye tabloyu duvarıma astım. Götüreceğimi salonda duvara dayadım. Düşüp kaymasın diye de önüne zigon sehpa koydum. Duvarla sehpa arasına sabitledim anlayacağınız. Akşam üstü pilatese giderken Kaplumbağa Terbiyecisi'ni de götürüp asacağım. 

Evi toplamam şart. Çamaşırlar katlanacak. Çamaşır yıkanacak. Ev süpürülecek. Yemek pişirilecek. Bulaşık makinesi boşaltılacak. Kirliler yerleştirilecek. Evdeki dağınıklık toplanacak. Eni konu iş beni bekliyor. Ama hava nasıl güzel, nasıl güneşli. Şeytan diyor, boş ver ev işlerini. Ara birilerini ve buluş. Şeytana kulağımı tıkadım. Annemi bırakır bırakmaz eve geldim. Yavaş yavaş işleri yaparım, rahat rahat yazarım diye düşündüm. Bahar geldi. Balkon mevsimi başlıyor ve benim şahane bir balkonum var. Kocaman. Altı kişinin rahat sığdığı masanın yanı sıra iki rahat koltuk ve çiçekler yer alıyor. Aylardır doğru düzgün temizlik yapılmadı. El süpürgesi ve faraşa topladım ara ara kiri pası. Çünkü o hat aynı zamanda Sani'nin sokağa giriş çıkış yaptığı alan ve tüy yumağının girmediği delik yok. Her dışarı çıkışında tüylerine dikenler topluyor. Dikey saksı güneşten solmuştu. Onu boyatmıştım marangoza yaz sonunda. O gün bugündür içi boş duruyor. Toprak dolduracağım. Üst iki rafa yalnızca. Alt raf koltuğun arkasında kalıyor. Onu açık bir depolama alanı olarak kullanmak istiyorum. Kürek, kazma, bahçe eldivenlerini koyarım. Sapları uzun değil, sığar diye tahmin ediyorum. Hazır evdeyken, küçük bir balkon temizliği yeni çiçekler için yerleri belirlemek iyi olacak. 

Bugün birikmiş işlere el atma günü olsun öyleyse. İnceden bahar temizliğine gireyim. Çerleri çöpleri atayım. Eskinin, durağanın enerjisinden kurtulayım. Sonra bir yorgunluk kahvesi de içerim belki. 


8 Mart 2025 Cumartesi

Bir günlüğü: 8 Mart

Herkesin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlayarak başlıyorum söze. Oda olarak hazırladığımız videoyla da selamlıyorum. 



Siz bugünü nasıl kutladınız? Nerelerdeydiniz? Haliniz niceydi? Bilmiyorum. Kendi günümün nasıl geçtiğini anlatayım o zaman. Aranızda kendi halinden haber vermek isteyen olursa yorumlarda buluşuruz. 
Sabah 10'da Kent Konseyi Kadın Meclisi olarak baroyla ortaklaşa düzenlediğimiz tören vardı. Sunuculuğu üstlendim. Yoğun geçen haftanın ardından ancak dün gece bir araya geldik meclisten arkadaşımla. Onun okuyacağı yazının üstünden geçtik. Çay, kurabiye, çekirdek, imla, edit, laf kalabalığı yapmayalım şurayı kısaltalım, ay biliyor musun neler oldu derken gece yarısını geçerken kalktım arkadaşımın evinden. Kızım da benimleydi. Sohbet muhabbet hepimize iyi geldi. 
Eve dönünce yazıyı tekrar gözden geçirdim. Program akışını not aldım. Kendi konuşmamı yazdım. Kızım yatmak bilmedi. Ben bilgisayarda çalışırken salonda koltukta uyuklamaya koyuldu. Üşüyeceksin ısrarıma dayanamayınca yorganını aldı ve orada uyuyakaldı. Koltukta uyumanın dayanılmaz cazibesine kapılıyor kimi zaman. Benim uyumam ise saat 3'ü buldu. Hemen açtım meditasyonu. 4 sayıda nefes al, tut, ver, tut... Bu yöntem çoğu zaman işime yarıyor. Beni uykudan alıkoyan şey, düşünmek çünkü. Dikkati nefese verince, zihin yerine bedenle bağlantı kurabiliyor ve bedenimin ihtiyaç duyduğu uykuyu daha kolay geçebiliyorum. 
Geç yatmama karşın sabah zamanında ve dinç uyandım. Dün gece şu bir yıldır içine giremediğim pantolon takımı denemiş ve içine sığabildiğimi de fark etmiştim. Yaşasın pilates! Yaşasın süreklilik! Meydana gitmeden önce işyerine uğrayıp yazıların çıktısını almam gerekiyordu. Gittiğimde asistanım yazıları basıyordu. Yaşasın yolunda giden işler! 
Sabah hava çok güneşli olmasına karşın rüzgârlı ve soğuktu. Üzerimde mantom olduğu halde üşüdüm. Meydana da erken gittiğim için dışarıda üşümeyeyim diye Nar Simit Sarayı'na gittim. Fırından çıkmış sıcak simit, Ezine peyniri, büyük çayla hem karnım doydu hem de ısındım. Yeniden meydana gittiğimde ses düzeni kurulmuş, insanlar yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Selamlaşmalar, sarılmalar, uçuşan kâğıtlar, devrilen çelenkler... Yazımın olduğu kâğıdı yedek mikrofonun altına sıkıştırdım. Töreni kazasız belasız, dil sürçmesiz atlattıktan sonra eve gittim. Üzerimi değiştirdim. Kazak, kot pantolon, kalın soket çorapla üstümü sıkılaştırıp, zencefilli boğaz pastiliyle boğazımı rahatlattıktan sonra  (ne zaman üşüsem boğazımda hemen bir yanma başlıyor çünkü. orada kendime dikkat etmezsem kolayca soğuk algınlığının, gribin pençesine düşebiliyorum) işe gitmeye hazırdım.3.30'a kadar çalıştım. Hava hâlâ güneşliydi. Kentte pek çok etkinlik vardı. Hepsine geç kalmıştım. Canım korteje girmek istemiyordu. Eve dönmek de istemiyordum. Arkadaşımı aradım. Yanına gittim. Arkadaşıyla tanıştım. Kahve içtik. Yürüdük sonra ve de ayrıldık. Bir şeyler yemek üzere bir yere oturdum. Bir başka arkadaşım aradı. Çok yakınımdaymış. Buluştuk. Kordonda turladık. Güneş inmeye yakındı. Üşüyünce bir kafeye girdik. Lattelerimizi sipariş verdik. Bolca lafladık, gülüştük. Çok iyi geldi görüşmek, aranmak, spontan plan yapmak... Kalktık. Feminist gece yürüyüşü iskeleye varmış. A dedim, kızım buradadır. Adım attığımız anda onu gördük. Başka ortak arkadaşlarımızı da. Sarıldık, konuştuk. Babası kenarda üşümemek için volta atıyordu. Bizi görünce yanımıza geldi, 8 Mart'ımızı kutladı. Medeniyet güzel şey neticede. 
Eve gelince hemen eşofmanlarımı giydim. Sani'yi besledim. Sohbete, arkadaşa doymuş, halimden memnun oturdum bilgisayarın başına. 
Bugün sohbette kolaylığa duyduğum özlemi duydum en çok. Tereyağından kıl çeker gibi deyimini hatırlatacak insanlarla çevrili olsun etrafım. Çok amin! Sizin bu ara neye ihtiyacınız, nelere özleminiz var?

7 Mart 2025 Cuma

Bir günlüğü: 7 Mart

Bugün nasıl geçti hiç ama hiç anlamadım. Çok yoruldum. Sırtım, belim feci ağrıyor. Mesleğin  cilveleri. 

Koştura koştura eve geldim. Yoğurtlu tavuk suyu çorba pişirdim. Yayla çorbası tarifine ek malzeme ilave etmek suretiyle hop diye pişen bir çorbadır kendileri. Artan pirinç pilavlarını dondurucuda saklarım ben. Elinin altında pişmiş pirinç olunca çok hızlı ve pratik oluyor hazırlamak. Akşam yemeğinde çorba vardı yalnızca. İçinde tavuk suyu, pirinç ve haşlanmış tavuk olunca hem lezizdi hem doyurucu. Koca bir kase çorbayı içtim. Bir dilim çavdar ekmeğini, 3-4 afet cherry domatesi yanına katık ettim. Bir küçük muz yedim ardından tatlı niyetine ve kalktım sofradan. 

Salonda kanepeye geçtim. Sırt üstü yattım. Pilateste öğrendiğim gibi karnımı içeri çekip bel çukurunu ortadan kaldırdım. Belimden yukarısı zeminle full temas! Dinlenmenin de bir adabı var. 

Az sonra bir arkadaşıma çay içmeye gideceğim kızımla. Hem çay içecek, sohbet edecek hem de yarınki tören hazırlıklarını gözden geçireceğiz. Ama önce beni silindir gibi ezen günün yorgunluğunu atmalıyım. 

Arkadaşıma gitmeden, yattığım yerden iki satır da olsa yazmak ve paylaşmak istedim çünkü günün kalan kısmında yazmaya, ne yazacağımı ince ince düşünmeye, kurmaya, kurgulamaya zaman olmayacak. Besbelli. O yüzden durum tespitiyle yetiniyor, ilerleyen günlerde, yarın örneğin daha güzel bir yazıda buluşmak umuduyla sözlerimi bitiriyorum. 

6 Mart 2025 Perşembe

Bir günlüğü: 6 Mart

Güneşli bir Çanakkale öğleden sonrasından herkese merhaba,
Güneş parlak. Muayene odası ve bekleme odası pencerelerden vuran güneş ışınlarının etkisiyle ısındıkça ısındı. İçerisi 24,6 dereceye ulaştı. Bahar geldi buralara. Geçen gün yürürken bir apartmanın bahçesinde kocaman bir bahar dalına rastladım. Küçük bir ağaç boyuna ulaşmış. Her tarafından pembe çiçekler fışkırmış.On yüz milyon baloncuk çıkaran gazozlar gibi. Yaşı tutanlar Fruko reklamını hatırlayıp gülümseyebilir. 
Dün akşam Vivet Alevi'nin ücretsiz bir çevrimiçi atölyesine katıldım. Başlık şu: "Kadınlar Hayır Demeyi, Erkekler Hayırı Duymayı Öğrense İlişkiler Nasıl Olur?". 90 dakika sürecek eğitime katılacak hayli hevesli olur diye düşündüğümden Whatsaptan link gönderildiği anda tıkladım. Kısa sürede maksimum sayı olan 100'e ulaşıldığını duyurdular nitekim. 
Vivet Alevi, Türkiye'ye şiddetsiz iletişimi getiren kişi. 2015 yılında ondan giriş eğitimi aldığımda ne yalan söyleyeyim pek de bir şey anlamamıştım. Zihnimi yargılardan, varsayımlardan, tahminlerden, hikâye yazmaktan, boşluk doldurmaktan sıyıramıyordum. O zamanlar şimdiki gibi online eğitimler, gani gani Türkçe kaynak yoktu. Kızım daha 4 yaşındaydı. Kriz anlarında daha sakin kalabilmeyi, duygularımı regüle edebilmeyi, onunla beraber kaosa sürüklenmemeyi, sakinleştirici otorite rolümü layığıyla yapmayı çok arzuluyordum. Bu tanımlar bugünkü ben'e ait. O zaman da bir şeylerin özlemi içindeydim ama tam olarak ne aradığımı ya da eksik parçanın ne olduğunu bulmakta zorlanıyordum. Şiddetsiz iletişimle çok erken bir dönemde karşılaşmama, tanışmama rağmen içinde derinleşmek, orada durmakta ısrarcı olmak şimdilerde mümkün olabildi. Arada ziyaret ettim. Her gittiğimde "evet ya bu işe yarıyor, öğrenmeye devam et," dedim. Ama dediğim gibi kısmet bugüneymiş. 
İçimde galiba çokça özlem, çokça yas var. Şu anki aklımla kızıma ebeveynlik yapabilseydim neler farklı olurdu acaba? 
Lafı döndürdüm, uzattım. Sınırlar meselesi benim için önemli bir kavram. Dolayısıyla hem şiddetsiz iletişimin abc'sini bana öğreten Vivet'i yıllar sonra yeniden görmek hem de başlığın vaadi sebebiyle tam zamanında tüm mevcudiyetimle önümde defter, kalem, duygu-ihtiyaç kartlarım ekran başındaydım. Şiddetsiz iletişim eğitimleri daha çok pratik ağırlıklı oluyor. Bir konuyu kucağınıza atıyorlar ve hadi bakalım odalara diyerek sizi ikili, üçlü odalara gönderiyorlar. Orada o konu hakkında hissettiklerini, düşündüklerini, fark ettiklerini dile getiriyor ve karşı tarafın anlattıklarını can kulağıyla dinliyorsun. Ve büyük grupta birkaç kişi deneyimini, keşfettiklerini aktarıyor. Yeni birkaç soru, hop yine odalara... Dolayısıyla eğitmen anlatsın ben sayfalar dolusu notlar alayım türünden buluşmalar olmuyor. Dünde hayır demek ve hayırı duymak üzerine düşündük. İyi geldi. Atölye sona erdiğinde kızım yanıma geldi. Uzun uzun konuştuk. Çamaşır asmam gerekince kalktım. "Gel," dedim, "yanımda ol, anlatmaya devam et." Geldi, yatağa uzandı. Onu rahatsız eden konuda konuştuk. Aslında onun da bir Hayır'ı vardı, duyuramadığı. Biraz tercüme ettim bu Hayır'ın arkasında neler olduğuna dair tahminlerde bulundum. Akıl verdiğimi düşünmedi. Sohbet karşılıklı bağlar içinde sürdü Bu bağlantı kurulduğunda hayat gerçekten çok şahane oluyor. Her zaman kolayca kurmuyoruz bu bağı. Bazen benim sabrım, şefkatim yetmiyor, bazen onun duvarları sesimi, soluğumu içeri almıyor. Geçen hafta bayağı bayağı benden nefret ettiğinden emindim örneğin, o da kim bilir nelerden... Şefkat ve empatinin tam tersi bir tepe noktasından buraya geldiğimiz için içim gerçekten şükranla dolu. Çünkü bu hayatta kızımdan daha çok önem verdiğim, sevdiğim kimse yok. 
Kızım bebekken, 0-5 yaş arası diye belirginleştirebilirim, bayağı ona odaklı yaşadım. Seçimlerimi ona göre belirledim. "Ben çocuğu çanta gibi yanımda taşımayacağım," derdim. Onun ihtiyaçlarını, rutinlerini öncelerdim. Çok oyun oynadım örneğin, çok el işi yaptım onunla, çok etkinlik, çok gezme. Anne kız akşamlarımız vardı mesela. Haftada bir pazartesi akşamları onunla dışarı çıkardık, bir tür randevu. Haftanın altı günü yoğun bir tempoda çalışmak ve bir evladı büyütmek beni başkalarıyla sosyal bağlar kurmak konusunda kısıtlıyordu. Seçimler yapmaya çalışıyordum. Her yere gitmem mümkün değildi. Gittiğime değecek şeyleri seçmeye çalışıyordum. Bir tür alan belirleme, sınır koyma, evet deme, hayır deme durumları... Yıllar sonra kızım biraz büyüdükten sonra liseden sonra ilk kez 25. yıl buluşmasında karşılaştığım bir kadın arkadaşım bana ortak bir arkadaşımın "Tuğba kızıyla meşgul, onunla çok ilgileniyor" dediğini söylediğinde bağlamından koparılmış bu söz bana fazlaca bir şey anlatmadı. Ama çocuklar büyümeye devam ediyor ve ebeveynler olarak kendimizi zorlu durumlarda buluyoruz. Çevremden kızımla ilgili övgü dolu sözler duyuyorum. Sohbete iştirak ediyor örneğin. Şimdi uzun uzun saymak istemediğim başka şeyler. Karşımdaki annenin yerimde olmak istediğine dair bir sinyal aldığımda işte o günkü konuşmayı hatırlıyorum. Zamanında verdiğim emeğin karşılığını aldığımı fark ediyorum o anlarda. Böbürlenmek için yazmıyorum bunları. Hâlâ kızımın bazı Hayır'larını duymakta zorlanıyorum. Bazen çuvallıyorum. Eskisi gibi pişmanlıkla dövmüyorum kendimi. Çünkü biliyorum ki gitmek istediğim yön güzel. Bu konuda öğrenmeye, değişmeye açığım. Eh bu da az şey değil!

5 Mart 2025 Çarşamba

Bir günlüğü: 5 Mart

Güneşli bir Çanakkale öğleninden herkese merhaba.

Sabah gene şagır şungur sesleri duydum salondan. Bu konuda özenliyiz, dikkatliyiz, pati mesafesinde bardak, tabak bırakmıyoruz salonda ve yatak odalarında. Mutfak kapısı ise hep kapılı. Sürgülü kapıda bir ağır ki mübarek, evde küçük çocuk olsa, açamaz o denli. Rüyamda mı gördüm, ne düşürdü acaba sorumun cevabını aldım ayaklanınca. Patili dostumuzun şöyle bir adeti var. Annem yorulmasın, ev kokmasın diye tuvaletini dışarıda yapmayı seçiyor evladım. Dışarı çıkmak istediği zamanlarda geliyor kapalı kapının ardında miyavlıyor. Kalktın kalktın. Yoksa yere bir şeyler itmek suretiyle "bak, biraz daha beklersem fena olacak, sabrım taşıyor" mesajını veriyor. İşini de gördürüyor.

İçinde arkadaşımın kuruttuğu çiçekler olan İKEA vazosunu indirmiş yere. Büfenin üzerinden. Dibe itmiş kendimce sağlama almıştım ama azmedince bir yolunu bulmuş. Üçvazo vardı evde. Yıllarca içinde şans bambuları durdu. Yıllar sonra toprağa nakil edince yaşatamadık. İki vazo dolabın içinde arada bir kesme çiçek alırsam koyayım diye bekliyor. çiçekle kendini şımartmak da lükse girdi. Çok rutinim sayılmaz ama kıştan çıkıp baharı karşılarken nergiz, sümbül gibi kokulu çiçekler ya da dayanıklı kasımpatılarını kim sevmez. En sevdiğim çiçeklerden birisi de katırtırnakları. O küçük, sarı çiçekleri, kendi narin boyutlarına inat dayanıklı sapları ve güzel kokuları ile her gördüğümde içimde iyimserlik, neşe uyandırıyorlar. Ah diyorum onları görünce "Bahar geldi!

Doğanın kıştan uyanışını izlemek ne keyifli, ne umutlu şey. Kendi başımıza gelen zorlukları kış mevsimine benzetmek ve baharın geleceğini en derininde bilmek, kabul etmek ne bilgece şey. Bildiğimiz ama uygulayamadığımız "AKIŞA BIRAK" önerisini ancak doğanın ritmini yeterince izleyenler, oradaki ölüm ve yaşam döngüsnü bilenler kabul edenler uygulayabiliyordur belki de ne dersiniz. Şehrin ritmi, oradaki tempo bizi çok fazla zihne yükseltiyor. Zihnin içinde yaşayınca haklı-haksız düşünceleri içine giriyoruz, bu başıma gelen adil değil diye öfkeleniyoruz, inat ediyoruz, kendi isteklerimizde, bizim belirlediğimiz stratejilerde tutunup duruyoruz. Muayenehanede banko bilgisayarında spotify açık duruyor. Benim oluşturduğum "beğenilen şarkılar" diye bir liste var. İçinde 202 sevdiğim şarkı var. Yerli, yabancı, film müzikleri, hareketli, duygusal ama illaki sevdiğim bir şarkı çıkıyor listeden karışık. Sonuçta muayenehane benim. Dekorasyonundan, çalan ezgilere benim zevkimi yansıtmasını istemekte bir sakınca yok. Bazen araya başka şeyler giriyor, duyuyorum işlem sırasında. İçimde bir huzursuzluk uyanıyor, özellikle müzik kalitesini beğenmediğim Türkçe pop şarkılarını duymak kulaklarımı tırmalıyor. Kendi içimde uyanan huzursuzluktan rahatsız oluyorum sonra. Ne fark eder, on dakika senin kaliteli bulmadığın şarkılar çalsa ne fark eder. Mutlu olma hâlin buna mı bağlı yani, diyorum. Çalışırken aldığım zevk azalmasın istiyorum, kendi seçimlerimi görmek istiyorum etrafımda. Ve bankoya sesleniyorum. Müziği değiştirelim. Ve sevdiğim bir şarkı yükseliyor odanın içine yayılıyor. Oh çok şükür!

Sabah önce hastaneye gittim. Genel anestezi alabilmek için anestezi polikliniğine göründüm. EKG, akciğer filmi çektirdim. Şansıma arkadaşım vardı anestezi polikliniğinde. "Ameliyatına ben girerim Tuğba'cığım," deyince çocuk gibi sevindim. Emin ellerde olmak, güven duymak güzel şey. Kadın doğum uzmanı HBRCa1'imi beğenmedi. Sınırda. İnsülin direnci diye tanımlanabilir. Bu konuda doktora gitmedim aslında. İlaçlık değil, biliyorum. Kilo ver, diyetini düzenle, spor yap diyecekler. Ara ara çaba gösteriyorum. Bazen koyveriyorum. Belki kendime bu tanıyı yakıştırmalı ve bende insülin direnci var diyerek yaşamalı, reddetmeliyim bazı gıdaları. Doktorumun talimatı kesin. Ameliyata kadar diyabetliymişim gibi besleneceğim. Kâr kârdır. Sağlıklı bir bedenin iyileşmesiyle sigara içen, diyabeti olan hastanın iyileşmesi aynı değil. Kendi hastalarımın çekim yaralarından da biliyorum. Sözüm söz. 12 gün var önümde. Bedenimi operasyona hazırlamak için. Sonrasında da dikkat etmeliyim elbette. Kilo vermedeki zorlanma da insülin direncine bağlı muhtemelen. Hastanede işlerimi kolayca ve hızla hallettikten sonra diş hekimleri odasına gittim. 

Bu yıl kadınlar gününde kadın meslektaşlarımıza bir jest yapalım birer marteniçka hediye edelim diye düşünmüştük. Özel bir kart da tasarlattık. Oda sekreterimiz dün halletti sağ olsun. İşe dönerken bir kısmını aldım yanıma. Yol üstünde dağıta dağıta geldim. Bir partiyi bir kadın hekim arkadaşa verdim. Kalanlarını da oda sekreterimiz dağıtacak. İlçelerde dağıtmak için uygun ve ekonomik bir yol bulmak gerek. Sizce de kart çok güzel değil mi? 





 

4 Mart 2025 Salı

Bir günlüğü: 4 Mart

Günün bitmesine tamı tamına bir saat kala oturabildim yazı masasına. 

Sabah uyandım. Yatağımda meditasyon yaptım. Kızımın uyanık olduğunu, okula gitmek için hazırlandığını varsaydım. Meditasyon bitince gerindim, kalktım. Kızımın odasının kapısını açtım. Servisin gelmesine 4-5 dk vardı ve uyuyordu. Servise kendim bırakacağım diye haber verdim ve uyandırdım. O hazırlanırken kediyi dışarı çıkarttım. Ayaküstü kahvaltı yaptım. Kapıdan çıkar çıkmaz buz gibi havayla karşılaştım. İçime işledi soğuk. Mont ince geldi. Arabanın içi ısınana kadar ayaklarım, ellerim üşüdü durdu. Soğuk hava yoktur, yanlış kıyafet vardır diyenler haklı olabilir ama soğuk hava hasta etmez diyenlere kulak asmayın.  Ben ne zaman üşüsem boğazlarımda yanma hissediyorum, hem de sayılı saatler içinde. O aşamada ısınamazsam, dinlenip takviyelerimi almazsam hastalanıyorum da. İyi haber bünyemi tanıyorum, semptomlarımı fark ediyorum. Ellerim, ayaklarım, burnum üşüye üşüye aldım okula giden yolu. Sabah trafiğinde 35 dk civarı sürdü. Dönüşte yanıma forma almadığımı fark ettim. Eve döndüm önce. Kedi de beni görür görmez apartmanın içine girdi. İyi de oldu. Yoksa akşama dek sokakta kalacaktı. Hazır eve girince en kalın çoraplarımı giydim. Noel babalı bir çift gri çorap. Benim yılbaşı adetim de bu. Kırmızı don almak yerine yeni yıl temalı çoraplar almak. Hatta yakınlarıma da hediye etmek. 

Bugün uzun uzun işler vardı hep. Randevusunu iptal eden iki de hastam oldu ama akşam 30 dk erken bitti işim. Arada kalan boşlukta da Kadınlar Günü kutlamasıyla ilgili işleri organize ettik. Whatsapp sağolsun. Kadın diş hekimlerine marteniçka dağıtacağız. Kadınlar günü kutlamasına baharın gelişini simgeleyen bu tatlı ve son yıllarda giderek yayılan tatlı Balkan geleneğini katarak küçük bir jest yapalım, dedik. En zorlu kısmı dağıtmak. Posta ücretlerinin yanına yaklaşılmıyor. Kurye ile dağıtmak daha ekonomik.

Dün bir arkadaşımın yolladığı astroloji videosunu izledim. Başakları kurtarmaya yemin etmiş bir abi, bu tutulmalardan kazanan olarak çıkmanın sırlarını açıkladı. Biz bizeyiz büyük sırrı açıklıyorum: 

Kimseye burun kıvırmıyoruz, göz devirmiyoruz, kınamıyoruz, eleştirmiyoruz, her şeyi oluruna bırakıyoruz. Hayatımızda tekrarlayan meseleler için suçluyu dışarıda aramıyoruz. Kendimize odaklanıyoruz. Ben ne yaptım da bu meseleler başıma geliyor, bu konularda hüsrana uğruyorum diye tefekkür ediyoruz. Olayları, olguları kontrol etmeye çalışmıyoruz. Her şeyi oluruna, akışına bırakıyoruz. 2-3 hafta kadar flört etmiyoruz. Bu konudaki benzetmesi çok hoştu. Devre arası, maça mola verilmiş, takımlar sahada değil. Boş kaleye gol atmanın bir anlamı yok. Ekinoks zamanı özbakımımıza, dilimize daha çok dikkat ediyoruz. Giyimimizde, konuşmamızda özenli oluyoruz. Sonucunu düşünmeden, yalnızca duygularımıza bırakıyoruz kendimizi. Denk mi, olur mu, uygun mu değerlendirmelerini bir kenara bırakıyoruz. İşte bunları yaparsak bu tutulmaların kazananı oluyormuşuz. Benden hatırlatması. Bazı kehanetleri de vardı astroloğun. Ruhani liderlerin ölebileceği, değişebileceği bir dönemdeymişiz. İnançlı olun, dedi. Neye inanırsanız inanın ama inanın, dedi. 

Tüm bunlar arka planda demlenirken şiddetsiz iletişim alıştırma akşamının başlığı "Şükranı yeşertmek" idi. Bu benim şiddetsiz iletişimle hayatıma sokmaya başladığım bir kavram. Sahip oldukların için şükretmek ama dini bir yerden, kıyasa bağlı bir şükran değil. İhtiyaçlarınla bağlantı kurduğun, onları fark ettiğin için neşelendiğin, kutlamalarını çoğalttığın bir tür şükretme hali. 

Sinir sistemimiz bizi hayatt tutmaya, dolayısıyla da olumsuz olanı fark etmeye yönelik. Doğada her şeye şüpheyle bakanlar hayatta kaldı. Biz de onların torunuyuz ve eksik olanı, yanlış olanı fark etmekte acayip mahiriz. İşte bu yüzden iyi, güzel şeylerin hasatını almak çaba gerektiriyor. Bunun için birkavanoz yaptım kendime. Başkalarının iyi olma haline sunduğum, başkalarının bana sunduğu destekleri hatırlamak için yazıp yazıp atacaktım kumbarama. Dört, beş gün sürdü ancak. Büfenin üstüne koydum ki elimin altında, gözümün önünde dursun ki ,yazmayı hatırlayayım. Yazmadığımın farkındalığında süzdüm her allahın günü şükran ya da mutlu hatıralar kumbaramı.  Kedili evde camdan kumbara olur mu a akılsız. Pazar sabahı şangırtısına uyandık. Kimsenin patisi yaralanmadan süpürdük ortalığı. Güzel, küçük anları taşıdım yatak odama. Katlı halde uzanıyorlar, başucumda. Yenilerini not etmek gerek. 

3 Mart 2025 Pazartesi

Bir günlüğü: 3 Mart

Açılın şahane bir bilgiyle geldim. 

Her sabah erken kalkmak spor ya da meditasyon yapmak istiyorsun diyelim veya akşam yemekten sonra kirlileri kaldırmak sana zul geliyor, kuruyan çamaşırlar iki gündür askılıkta içinden elini sürmek gelmiyor. Tembel değilsin arkadaşım, beynindeki aMCC bölgesi küçük sadece. Sevilmeyen işlerden kaçınmak, erteledikçe ertelemek bu bölgenin güdük kalmasından sorumlu. Burası güdük kaldığı için de harekete geçemiyorsun. Bu döngüyü kırmak için sevmesen de, istemesen de yapmaya başlarsan sana kararlılık, odaklanma, dayanıklılık veren aMCC bölgen gelişecek, büyüyecek ve eyleme geçmekte giderek daha az zorlanacaksın. İstersen dene ve gör. Bilim yanılmaz. Sosyal medyada gördüğüm bilginin kaynağı, güvenilirliği şüpheli ve fakat kendini bir şeyler yapmaya zorlamanın işe yaradığını biliyoruz hepimiz. 21 gün kuralını hatırla. İyi alışkanlıklar edinmek, belli süre kararlılıkla yapmayı sürdürmeye bağlı. Benden hatırlatması. 

Bugün tempolu bir iş günüydü. Ne ara akşam oldu. Hiç anlamadım. Eve gelince gün içinde gelen ve yanıtlayamadığım mesajlara cevap verdim. Telefon konuşmalarını yaptım. Yazdım silindi. Yazdım silindi. Üstteki paragraf pek çok denemenin ardından kaleme alınmış oldu. 

Bakıma ihtiyacım var. Soğuk nedeniyle cildim, özellikle ellerim kuru. Tırnaklarımın hepsi ayrı boyda. Kırılmaya yüz tuttular. 

Dün ilginç bir deneyim yaşadım. Uyumadan önce genellikle beden tarama, gevşeme meditasyonu gibi bir şey açarım. Ara ara yönlendirmeli meditasyonlar da denerim. Bununla beraber bunları genellikle uykuya dalmak için kullandığım için bilinçli farkındalıkla gerçekleşmiyorlar. Ve asla ayağım, elim, kolum dışında bir organımla, özellikle de iç organımla bağ kuramamıştım. Dün geceki meditasyon sırasında iç organlarım ses verdi resmen. Sıcaklık hissettim. Tam da onlara şükrettikten sonra. 

Bu gece 22.30'da meditasyon yaptım yine. Zoomda, bir eğitmenle. Zorlandım dik oturmakta, bilinçli farkındalıkta kalmakta. Başım  öne, arkaya salındı. Uyku bastırdı. Yorganın içine kıvrılmadan önce son bir gayret koştum buraya. Yazdıklarımı toparlamaya. Tatlı rüyalar görmek için hemen şimdi uykuya! 

2 Mart 2025 Pazar

Bir günlüğü: 2 Mart

Dün gece  kızımın arkadaşları geldi. Biri yatılı da kaldı. Misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini istemez derler ama misafir gelmesi faydalı şey. Hop diye hizaya soktu beni hafta sonu. Cuma akşamı evi süpürdüm. Cumartesi sabahı mutfağı topladım. İş çıkışı haftalık manav, market alışverişini yaptım. Akşam yemeğini pişirdikten sonra kremalı pasta bile yaptım. Pazar kahvaltısına annemi de davet ettim. Sabah kahvaltıyı hazırlayınca gidip onu aldım. Mükellef bir kahvaltı yaptık. Güneş sayesinde kapalı balkon oturulabilir sıcaklıktaydı. Kızlar da sağ olsun benim aylardır çıkmadığım balkondaki ağırlıklı sukulent olan çiçeklerin bakımını yaptı. Kurumuş yaprakları kopardılar. Toprakları havalandırdılar. Çiçekleri suladılar. Onlar bu bakımı verirken ben de mutfağı topladım. Ev işlerinin %99'u yineleyen işler dersem abartmış sayılmam herhalde. Kahvaltılıkları yerleştir. Bulaşık makinesini boşalt. Kirlileri yerleştir. Ay bir şeyler dökülmüş yere. Dikey süpürgeyle tüm evi turla, bir daha. Renklileri makineye at. Saati kur. Nevresim değiştir. Epey hamarattım sabah sabah. Pilates öncesi kızım, babası, ben buluştuk, kahve içtik, ortak bir konu hakkında istişare ettik. 

Pilatese başlamak sanırım çok doğru bir karardı. Haftada iki ya da üç kez gidemeyeceğim diye tamamen hareketsiz kalmak yerine haftada bir ders yapmak, her ders bir öncekine göre güçlendiğimi, duruşumun düzeldiğini, enerji seviyemin, esnekliğimin arttığını görmek beni motive ediyor. Ameliyat henüz gündemde değilken bir şekilde başladığım için ayrıca mutluyum. Karın ve pelvik kaslarını çalıştırıyor nihayetinde. Muhakkak faydası olmuştur. Olacaktır ameliyat sonrasına da. Yazdıkça ve düşündükçe bilinmeyenden korktuğumu mu fark ediyorum. Benzer ameliyatı geçiren birkaç kadınla konuştum. Herkesin deneyimi farklı elbette. İyileşme multifaktöriyel bir süreç. Beslenmeden dinlenmeye, morale, bedenin fiziksel kuvvetine kadar pek çok etken var. En son doğumda ameliyat olmuştum. Ve doğum nihayetinde mutlu bir kavuşma. Geçen ay bir ameliyat olan arkadaşım, bu durumunu sosyal medyadan paylaşmayı ve iki ya da üç hafta süren hastane sürecinde pek çok ziyaretçi kabul etmeyi seçmişti. Ben hastalık süreçlerinde dinlenebilecek ortamı sağlayabilmeyi tercih ediyorum. Tamamen izole kalmak, insana kendini yalnız ve hüzünlü hissettirir elbette. Ama benim hastalık zamanlarında yanımda görmek istediklerim sanırım iyi zamanlarda da görmekten hoşlandığım insanlar. O yüzden her hastalığını haber aldığım insanın yanına koşmam örneğin. Hastane ziyaretlerim sınırlıdır. Hastanın mahremiyetini gözetmek isterim. Dinlenme hakkını ihlal etmek istemem. Enfeksiyon riski açısından özenli olunması gerektiğine inanırım. Hepimizin hastalıkla, iyileşmeyle kurduğu ilişki farklı. Kimisi ziyaret edilmezse gönül koyar. Kızımın ameliyatı sonrasında eve geleli birkaç saat olmuş, onu uyutmaya çalışırken babasının bir arkadaşı geçmiş olsun'a gelmişti örneğin. Anne yorgun, çocuk yorgunken yapılan bu ziyaret, benim nezdimde nezaket değil, nezaketsizlikti. Eski eşimle bu konuda anlaşamadığımızı, birbirimize homurdandığımızı hatırlıyorum. Tam hatırlamıyorum ama bir şeylerle suçlanmıştım muhtemelen kabalık, asosyallik... Oysa benim, babamın başından çok hastalık, çok tedavi, çok hastane süreci geçti. Bana iyi gelen dinlenmek ve sınırlı insanla çevrili olmak. Desteğini kabul ettiklerimi içeri almak. Hastaya ve hasta yakınının ihtiyaçlarına ve seçimlerine özen göstermek, o doğrultuda tutum geliştirmek. Kızımın babası iki yıl öncesine kadar hiç hastalıkla, hastaneyle sınanmadı. Deneyimlemedi. Ameliyat olup eve geldiğinde, sevdiği, saydığı da bir çift o uyurken ziyarete geldi. Uyandırmak durumunda kaldım. Kalktı, oturdu. Gittiklerinde uykusundan uyandırıldığı, dinlenmesi bölündüğü için yorgun hissettiğini söyledi. Neden onu uyandırmıştım ki? Diyeceğim o ki, gelen özen gösterdiği için, kıymet verdiği için geliyor. Sevgi gibi, saygı gibi, özen gibi çok kıymetli ihtiyaçlar bunlar. Bununla beraber hastanın dinlenme, mahremiyet gibi ihtiyaçlarıyla çatışmaması gerekiyor bunun. Belki sadece sormak senin için ne yapabilirim demek. Karşı tarafın ricalarına uyacak şekilde seçimler yapmak. Herkesçe kabul gören, kalıplaşmış davranışları yinelemek yerine karşı tarafı gözlemlemek... Bana bu satırları yazdıran duygular, korkular, kaygılar, telaşlar... Farkındayım. Bunların açığa çıkması, görünür olması ve paylaşmak sanırım iyi bir şey. 

Ve günün üzücü haberi: Edip Akbayram'ı kaybetmişiz. Ailesinin, sevenlerinin başı sağolsun. Ruhu huzurla geçsin. Dularımız, sevgimiz ona huzur versin. Sevdiğim pek çok şarkısı var. Biriyle anmış olalım. 




1 Mart 2025 Cumartesi

Bir günlüğü: 1 Mart

Davet Leylakdalı'ndan geldi. Dün başlayarak bir ay boyunca her gün yazmak ve paylaşmak. Tamam, dedim Katılacağım. 

Katılacağım da bilgisayarı kızlara kaptırdım. Evde dört ergen var şu anda. Televizyon eski, akılsız. HDMİ kablosuyla laptopu bağladık. Karanlıkta korku filmi izliyorlar, kıkır kıkır. 

Misafir gelecek bahanesiyle dün gece evi süpürdüm. Sabah da salonu ve mutfağı topladım. İş çıkışı alışveriş de yaptım. Kızları da alıp eve geldim. Akşam yemeğinin ardından hazır pasta tabanı kullanarak kakaolu kremalı, meyveli bir pasta bile yaptım. Çay demledim. Etrafı topladım. Yatak odama çekildim. Telefonumdan bu satırları yazıyor, bir yandan da belimi, sırtımı dinlendiriyorum. 

Şubat kuş oldu, uçtu. Hiçbir şey anlamadım. Şubat ayı alfabesini yazarken düşündüm. Nasıl geçti bu ay diye. İz de kalmamış fazla. Bir Antep'e gidişim aklımda. Bruksizm, horlama apareyleri kursuna katıldım. Doktora... Aylık şiddetsiz iletişim alıştırma akşamını yaptık. Güldük, eğlendik epeyce. Gerisi iş güç galiba. Otomatik pilotta yaşandı, her ne olduysa. 

Bugün birkaç ev gezdim. Henüz inşaat halindeler. Hayalini kurduğum ev çıkar belki karşıma diye. 

Bir çocuk hastam marteniçka hediye etti. Bulgar göçmeni bir ailenin torunu. Ahşap işlemeli bir şişenin kapağına bağlıydı marteniçka. İçinde de küçücük bir şişe gülsuyu. Mutlu etti hediyesi. Şehir dışından gelen bir hastam. Yaşadığı yerde güvenebileceği bir hekim bulamamışlar. Ne olsa atlayıp geliyorlar onca yolu. Geçen cumartesi kurstan çıkınca gittim, ağrıyan dişine müdahale ettim. Ağrısı geçince miniğim evde methiyeler düzmüş bana. Bugün de elinde hediyesi, yüzünde gülücüklerle selamladı beni. Bugün şımartılma günümdü. Bahara, Ramazan'a tatlı, mutlu bir giriş yaptık. 

İçi dışı bir, şen şakrak emlakçı, hastamın annesi olması ve ortak bir dostumuz olduğundan mütevellit, bana çok büyük ev lazım değil, kızım üniversiteye gidecek nasıl olsa dediğimde neredeyse ağzıma biber sürecekti. Çakralarını kapama Tuğba abla, açık ol, dedi. Ey kuru dallara can veren Allah'ım mı demeli şimdi, bilemedim. 

Muayenehanenin önünü saran morsalkım tamamen kuru dallardan ibaret şu anda. Birkaç ay sonra nasıl olacağını merak ediyorum. Mor öbekleri görmek için sabırsızlanıyorum. 

Arka fonda çalan Bir zamanlar fırtınalar ettirirdim ezgisiyle sözlerimi sonlandırıyorum sevgili okur. Yarın buluşmak üzere.