Şafak vakti
Sabah saat 5.30. Sahur vakti. Yaklaşık bir saattir ayaktayım. Kahvaltı hazırladım. Kızım, arkadaşlarıyla sözleşmiş. 5.30'ta eşzamanlı sahura kalkmaya oruç tutmaya karar vermişler. Ben oruç tutmuyorum ama peynirli gözleme yerini almış sofrada. Kuymak yapmışım kızıma, sıcacık. Daha peyniri uzuyor. Çaydanlıkta çay fokurduyor. Kendime de bir tabak yaptım. Afiyetle yedim. Bir bardak çay daha doldurdum. Salona geldim. Bilgisayarımı açtım. Beynim kaynamadan, günün yorgunluğu araya girmeden sabahın bu sessiz, dingin saatlerinde yazmaya koyulayım istedim.
Ben sabah insanıyım. Geceleri erken yatmayı, uykumu almayı, sabahın erken saatlerinde kalkmayı ve evde çıt çıkmıyorken yazmayı seviyorum aslında. İş çıkışı eve geldikten sonra yemek ye, dinlen, etrafı topla derken zaman geçiyor. Sonra hemen yatarsan da sanki evin işleri tarafından yutulmuşum da, kendime zaman ayıramıyormuşum gibi bir düşünce gelip yapışıyor üstüme. Sonra çoğunlukla zaman öldürüyorum aslında. Anlamlı bir iş yapmadan elimde telefon videolara bakıyorum. Ne saçma! Reels izleyerek uyunduğu nerede görülmüş.
Dün gece erken yatmaya karar verdim. Çünkü erken kalkacaktım. Kızım gerek yok ben kalkarım dese de (oradaki hayır'ı duyamıyorum belki de) ben kalkıp ona güzel bir sahur sofrası hazırlamak istedim. Çünkü Türk anneleri için doyurmak, sevdiceğine sevdiği yemekleri pişirmek, sunmak bir sevgi gösterme biçimi. Sabah derli toplu bir mutfakta, temiz ve boş tezgâhta çalışmak için ortalığı topladım, sildim. İş yaparken de storytelden bir roman dinlemek istedim. Biraz da kısa olsun, çok günlere yayılmasın, sünmesin, unutulmasın istedim. Defne Suman'ın Yağmurdan Sonra romanında karar kıldım. Roman çıktıktan sonra Beliz Hoca'nın İnstagram'dan yazdığı övgü dolu notu aklımdaydı. Distopik bir gelecekte, olayların yaşanma anının içinden anlatıldığını biliyordum. Yaklaşık iki bölüm dinledikten sonra odama gittim. Banyo yapıp çok da geç olmadan uyuyacaktım. Baktım reels çukuruna çekilmişim. Boş ver banyoyu. Sabah yaparsın, dedim. Açtım sesli bir meditasyonu. Ve uykuya daldım.
Meditasyon, bilinçli farkındalıkla yapılması tavsiye edilen bir şey, oturur vaziyette. Oturarak yapmak benim için pek mümkün değil çünkü ben meditasyonu bir gevşeme, düşüncelerimden soyunma ve uykuya dalma aracı olarak kullanıyorum. O yüzden meditasyonda dik oturmak bedenime aykırı. Deneyimlemiyorum.
Saat neredeyse altı. Uyku çağırıyor beni. Bu satırları şimdilik sonlandıracağım. Belki gün içinde devam ederim.
*
Gün içinde yazma fırsatım oldu. Ramazan ayındayız en nihayetinde. Hasta sayısı ister istemez düşüyor. Bununla beraber ne yazma hevesi duydum içimde ne de yazacak konu. Şu ana kadar yazdığım paragrafların uzunluğuna baktım ve bu haliyle paylaşmamaya karar verdim. O yüzden de böyle lafı dolandırıyorum. Pas atıyorum. Bahar sersemliği diyelim ya da sıkıntısı. Bu arada ben de kısmi oruç tutmuş gibi oldum. Öğlen yemek yemedim. Aralarda su ve kahve içtim. Akşam anneme gideceğiz iftara. Aileden biri oruç tutuyor ne de olsa. Birlikte yapalım istedim. Saat altı gibi bitecek işim. Bugün doğru dürüst hareket de etmedim. Belki arabayı muayenehanenin önüne bırakır yürüyerek gider gelirim. Birkaç bin adımı görmüş olurum bu sayede.
*
Dün Serhan Ok'un yazdığı bir çocuk romanı okudum. Günışığı Kitaplığı'ndan çıkma. Evcil robot hayvanların olduğu bir zamanda geçiyor. Temiz gıdayı dert ediniyor. Çiftçilik yapmak üzere şehirden ayrılan bir ailenin ilk hasat dönemi, çektikleri maddi manevi sıkıntılar, evin kızının geride bıraktıkları yüzünden zorlanması gibi meselelerin tam ortasında başlıyor roman. El birliğiyle güçlükler aşılıyor. Hayat bir anda bayram olmasa da o gecenin en karanlığı aşılıyor. Güzel olana yelken açılıyor. MUTLU SON. Hep söylediğim gibi çocuk kitaplarındaki umuda, dayanışmaya, yardımlaşmaya ihtiyacımız var. Bize bunu sağlayacak insanlarla çevrili olmak hayattaki en büyük gayemiz olmalı belki de. Tutturmuşuz iyi okul, meslek, ev, araba diye. Oysa kara gün kararıp dururken yanında kimler var? En büyük zenginlik orayı sağlam tutmakta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder