Gece Sani'nin evde değil sokakta olduğunu anlayınca apar topar eve geldik. Kızım yolda epey gözyaşı döktü ama Sani her şeyden habersiz balkonda duruyordu. Hava soğuk ve şiddetli bir rüzgar olduğundan onu da içeri alıp her yeri kilitledim. Ve yataklarımıza geçtik.
Sabah erken uyandım. Antibiyotik saatim de 07.00 olunca yeniden uykuya dalmaya uğraşmadım. Sani'ye su verdim. Kapıyı açtım. O dışarı çıkınca kahvaltımı hazırladım. Maydanoz, dereotu, salatalık, kapya, beyaz peynir, ekmek ve sallama çaydan oluşan kahvaltının ardından antibiyotik ve ağrı kesicimi içtim. Kızımın da yardımıyla salonda kendime dinlenme köşesi hazırladım.
Kanepenin sırt yaslama minderleri uzaklaştırıldı. Yastığım, battaniyem geldi. Suluğum, ilaçlarım, kolonya ve okuyacağım kitaplar, laptop baş ucumda.
Dün hastanede Leb Demeden Leblebi biter bitmez Çözüm Bakanlığı ve Kaybolan Van Gogh kitabına başlamıştım. Hollandalı yazar Sanne Rooseboom'un akran zorbalığı hakkında yazdığı, içinde bir tür hafiyelik, soruşturma, bulguları bir araya getirme, değerlendirme, ipuçlarını gözden geçirme ve sonuca gitme unsurlarını da barındıran Çözüm Bakanlığı'nın devamı niteliğinde roman 9-10-11 ve üzeri okurlara hitap ediyor. Ekip bu kez 1953'ten kalan bir cinayet ve kayıp Van Gogh tablosunun izini sürüyor. Yine sürükleyici, yine heyecan dorukta. Can Çocuk'tann çıkan bu kitabı da bir solukta okudum aynı gün bitirdim. Yanımda kitap kalmadığı ve anneme gittiğim için onun komşusundan kitap rica ettim. Bana fotoğraflar yolladı. Ortak ebeveynlik kitaplatı tercih ettiğimizi fark ettim fotoğrafları incelerken. Bir başkasının kitaplığında kendi ayak izlerini görmenin tatlı bir yanı var. O da benim gibi dedirten bir yan, bilirsiniz. Zülfü Livaneli Mutluluk romanını aldım. Okumaya da koyuldum. Gece plan değişince eve geldim. Daha sakin, iyi hissettiren bir şeyler okumak istedi canım. Yarım bıraktığım Mutlu Beyin kitabını aldım. Biraz başladım. Sonra dinlemenin daha kolay olacağına kanaat getirdim. Spotify'dan Beliz Güçbilmez ile yapılmış bir söyleşi tercih ettim. Ben dinlerken kızım okula gitti. Beliz Hoca Tersine Mühendislik Atölyesi, Manyetik Alan Teorisi ve kaynağını bunlardan alan "Anne Ben Düştüm mü?" kitabı üzerinden kurmacalara neden muhtaç olduğumuzu, kurmacaların bize verdiği duygu eğitimini, anlatıları güçlendiren metaforları tatlı tatlı anlattı.
Sohbet sona erince bugünün günlüğünü yazmaya karar verdim ve başladım. Saat henüz 9. Şimdiden ne çok şey yapmışım. Ama en önemli işim dinlenmek farkındayım. Notlarımı yazarken Sani'nin balkondan içeri zıpladığını gördüm ve miyavlama sesi işittim. Bir başka kediden kaçarak eve döndü muhtemelen. Kavga yerine kaçmak her zaman iyi taktik, kabulüm. Onu içeri alıp balkon penceresini örttüm. Hazır kalkmışken de tuvalete gittim. Doktorum sık sık, sıkışmadan tuvalete gitmemi öneriyor çünkü. Yatmadan önce biraz su içtim. Tam uzanamadan Sani yerleşti ayak ucuma. Bir süre sonra ben bacaklarımı tam uzatıp yerleşince hop diye atladı halının üzerine. Güneşin geldiği bir köşede yalanmakla meşgul şimdi. Rüzgar şiddetini azalttı. Yine de inceden duyuluyor uğultusu. Tülün ardından maviliği seçiliyor gökyüzünün. Beyaz bulutlar ve yeşil kırlar da orada. Sağ taraftan sıkıştırıyor şehir. Birkaç yıla kalmaz kapanacak bu manzara. O zamana değin göz dinlendiren doğanın tadını çıkarmalı.
Yataktan kalkmak hâlâ zorlayıcı. Normal sayılmalı. Henüz üçüncü gün. Kanepeden kalkmak, yatağa göre daha kolay. Birazdan bilgisayarı açıp bir şeyler izleyeceğim. Gün öğlene erince yemek yiyecek ve yeniden uzanacağım. Ve bu böyle devam edecek. Bana iyi seyirler, size iyi okumalar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder