Günaydın sevgili okur,
Burada saat 8.36. Senin orada kaç? Bilmiyorum. Belki bugün okuyacaksın, belki günler sonra. Yazma ve okunma tarihi arasında hep bir mesafe vardır. Yazmaa başlama ve okura sunma zamanı arasında da keza öyle. Blogtaki yazıları çoğunlukla tek oturumda yazmaya çalışıyorum. Bazen araya başka işler, hayatın sorumlulukları giriyor ve bırakıyorum. Yeniden uygun bir zamanda devam etmek için açıyorum. Bazen o yazma anındaki duygu kaybolmuş oluyor. Okusam bile oradan devam ettiremiyorum. İşte bu gibi durumlar için klavyede şahane bir yardımcı var. Bakın kullanayım. * Bunu yazınca anlıyorsun ki sekans değişecek. Yeni bir gündem, yeni bir madde gelecek. Ya zihin kaymış ya zaman... Senin tek solukta okuyacağın şey anla ki kesintiye uğramış.
Günaydın sevgili okur,
Burada saat 8.40. Kızım okula gitti. Kedinin mesaisi ondan da erken başlıyor. Sabah ilk iş bahçeye fırlıyor. Biz bariyerleri açar açmaz elbette. Açmazsak, bedenimiz açılmadıysa henüz, çıkamadıyak yataktan önce sesini yükseltiyor, sonra krem kutusu, ilaç kutusu, toka Allah ne verdiyse pati atıyor ve yere düşürüyor. Çok fena olacak noktası. Sözle uslanmayanın hakkı kötektir'e doğru yaklaştığı yer. Bu sabah ben yatakta bir sağa bir sola esner bedenimin yanlarını açarken dayanamadı el kremi tüpünü itti. Sakin ol evladım, dedim. Kalktım ayağa. Ben ayaklanınca koridor boyunca bir fırlayışı var. Gözlerinize inanamazsınız. Saatte kaç km hızla kalkıyor acaba o anlarda? Ok gibi fırladı. Kuyruğu dik, havada. Minnetini gösteriyor evladım. Balkon penceresini açtım. Çevik bir hareketle hop diye sıçradı, güp diye atladı. Kızım çıktı sonra. Yatağımı topladım. Su kaynattım. Mütevazi kahvaltımı (iki dilim ekmeğin içine birer dilim eritme peyniri, yolla mikrodalgaya. arasına roka yaprakları koy. yapıştır. iki ceviz de kır. içini soy al tabağa) hazırladım. Sallama çayımı demledim. Doğru salona.
Bildiniz bilgisayarımı açtım ve size yazmaya koyuldum ama önce!
Günaydın sevgili okur,
Burada saat 8.49. Dün mesajla gelen ricaya "Evet," dedim. Elimde öykü yoktu oysa. Ama epeydir kurmaca bir metin yazmamış ve çok özlemiştim. İlham diye bir şey olmadığını da iyi biliyordum. Maksimum 600 kelime, son teslim tarihi pazartesi. Hiç ikiletmeden tamam demiştim. Geriye verdiğim sözü tutmak üzere harekete geçmek kalıyordu. Nasıl yazılıyordu bu öyküler? Hah tamam hatırladım. Bir çatışma lazım, birkaç da kahraman. Bilgisayarda Pelin'in devam öyküleri var, yayınevinin çok da içine sinmeyen ve öylece bekleyen. Onlara baktım. Ühüüü, en kısası 1250 kelime civarı. Öylece kesemem ya... Kızım otur yaz. Bir satır, bir satır daha. Çıkar bir şeyler bekle. Yazdım, çizdim, sildim. Ve uzun aylardan sonra ilk kez yepisyeni, sıfır kilometre, gıcır bir öykü çektim. İşte size yazmadan önce son bir kez daha okudum. Neredeyse hiçbir yerine dokunmadım. Silecek, ekleyecek bir şey bulamıyorsan öykü bitmiş demektir söylemine inandım. Yayın kurulundan arkadaşıma yolladım. Kabul edilirse KE Çocuk'un yeni sayısında ya da sonrakilerde çıkacak. İnsan aklı ne tuhaf değil mi? Aylarca hiçbir şey yazma. Yazmaktan uzak düştüm diye hayıflan. Sonra otur hop diye bir gecede yazabil. İşte o yüzden ilham diye bir şey yok. Yazarsan yazarsın denmesi boşuna değil.
Günaydın sevgili okur,
Burada saat 8.57. Yazmayı çok özlemişim. Dün gece yazdığım o kısacık öykü beni yaratıcı yanımla buluşturdu. Onunla buluşmayı ihmal edince insan kendisini terk ettiğini sanıyor bazen, kullanmamaktan köreldiğini. Oysa yaratıcı yanımız her gün bizimle, yaptığımız her seçimde, çözdüğümüz her olayda yaratıcı yanımız bizimle aslında. Onu hep parlak neon ışıkları altında aramaya gerek yok. Yaratıcılık kırlardan topladığımız renkli kır çiçeklerini vazoya dizerken de bizimle, evdeki malzemelerle salata veya makarna sosu pişirirken de... Ama kabul ediyorum özgün, telifli bir metin yaratmanın, ona biz çizerin çizgilerinin eşlik edeceği bilgisiyle hevesle, heyecanla beklemenin hazzı başka. Ben kendimi giderek çocuk edebiyatından yana bir tarafta görüyorum. Orası daha çok besliyor belki de yazar olarak görülmek, takdir edilmek isteyen yanımı, bilemiyorum. Ya da bu karanlık, umutsuz dünyada, kötü haber sağanağı altında oradaki iyimserlik, dayanışma, dostluk ruhuma iyi geliyor. İstirahat döneminde biraz çalışayım da istiyorum. Hatırlar mısın, birkaç yıl önce aylık bir mektup serisi yapmış, shopier üzerinden erişime açmıştım. Çanakkale mektupları adını verdiğim on iki mektubu elden geçirmek, bir bütünlük vermek istiyorum. Bir kitap dosyası haline gelir mi diye meraktayım. Bu yıl çocuk edebiyatıyla başladı benim için. Pelin ve Küçük Dostu Karamel'in ikinci baskısı, Maya'nın Rüyası (dağıtım sıkıntısı var maalesef. yalnızca yayınevinin kendi shopier mağazasından satışta- ben de kendi shopier hesabımdan satışa koydum o yüzden), KE Çocuk ocak sayısı hepsi bir arada, bir avazda çıktı. Yola yeni çocuk hikâyeleriyle devam o halde.
Günaydın sevgili okur,
Burada saat 09.09. Sen de ekranda bu tür tekrarlayan rakamları görmekten hoşlananlardan, bunu bir tür şans olarak görenlerden misin? Ben öyleyim. Tatlı tesadüfler işte. Düşündüğün birinin seni araması, bir yer ararken hop diye kolaylıkla bulman, kalabalık bir yerde park yerinden bir aracın çıkması ve hop diye oralara yerleşmen. Şu monoton hayatımıza kolaylık katan, şans diye nitelediğimiz şeyler işte, sende de vardır karşılığı... Oralar güzelliklerin, iyiliklerin yeşerdiği yerler. Dünya, biraz da biz onu iyi görme çabasıyla baktığımızda güzel bir yere dönüyor. Yoksa tüm bunlar bir tür kendini aldatmaca mı? Dünyada çok fazla zulüm, gözyaşı var. Yaşananlar çok da adil değil. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın bencilliğine düşmeden, kendi biricik hayatlarımıza sahip çıkmak ve hakkını vererek yaşamaktan başka bir yol göremiyorum ben. Bunu da bencillik olarak görmeden, kendimize saldırmadan, içimize sinerek yaşayabilmeyi diliyorum. Dünyadaki utancın kaynağı biz değiliz. Tarafı da değiliz. Kendi kapımızın önünü süpürdüğümüz, kendi dokunabildiğimiz insanlarla güzellikleri paylaşabildiğimiz bir yaşam sürmek neden utanç kaynağı olsun ki bizim için? Mevzu derin, uzun, tartışmaya açık. Tek bir doğru da yok. Hepimizin bir çeşit hayatta kalma stratejisi var. Ara ara değişiyor da üstelik. Benim son yıllarda stratejim bu. Kendi küçük dünyama eğilmek ve orada elimden geldiğince kendi etik değerlerimle uyumlu yaşamayı sürdürmek ve paylaşmak...
Günaydın sevgili okur,
Saat burada 09.19. Bu yazar artık giyinmeli ve işine gitmek üzere hazırlanmalı. Delinecek çok diş, bulunacak çok kanal, alınacak çok diş taşı var. Size keyifli bir gün diliyorum. Ne demişti sevgili Leylak Dalı. Kapınız açık kalsın. Almak ve vermek için. Alma-verme dengesinin bozulmadığı, sevgi, şefkat, huzur, uyum ve kolaylık dolu bir gün olsun efendim. Hepimiz için.
Not: Az önce blogtaki 1100. sayıyı okudunuz. Bileğime, zihnime kuvvet, yola devam!
Bayıldım bu yazıya. İyi ki katıldınız Bir Günlüğü serisine ve yazıyorsunuz. O 600 kelimelik kurmaca metni de merak ediyoruz tabii. :) Sevgiler, çiçekler..
YanıtlaSil