Her gün bir şekilde yazıyor(d)um. Ama mesaj, ama sosyal medya için bir kısa ileti ve diğerleri... Bununla beraber her gün buradan yazıp paylaşmak benim için de bir ilk. Ne hissettiriyor?
Çok emin değilim. Her gün yazmak, biraz de kendini tekrarlamak demek. Her gün orijinal bir içerik, tamamen özgün bir yazı paylaşmak mümkün değil gibi. Elbette yazdıklarım özgün, bizzat ben yazdım, yapay zeka değil ama çok fazla gündelik ayrıntılardan bahsedince sıkıcı ve sıradan olma riski taşıyor kelimelerim. Tam burada bir gerçeklik testi yapmalıyım belki de. Evet haklısın yazdıkların çok sıkıcı ve kendini tekrar ediyor diyenler kaleye mum diksin. Ay olur mu canım ne yazsan severek okuyoruz diyenler de keza öyle. Sonuçta bu bir blog yazısı, bir tür kendine meydan okuma, kendini her gün yazı masasına davet etme, verdiğin sözü tutma çabası. Bu bile başlı başına takdir etmem gereken bir özelliğimken her yazdığım şeyin harikulade olması, vay anasını dedirtmesi gerekiyor mu? Bir yazının sıkıcı olduğuna nasıl karar veriyorum örneğin? Okunma sayısı mı belirliyor bunu? Yazılarımı hiçbir yerde paylaşmıyorum. Tabiri caizse onları vitrine çıkartmıyor, üzerlerine spot ışıklar tutmuyorum. 88 kişinin takip ettiği, yazıların eposta kutusuna düşmediği bir gariban blogspotun içinden sesleniyorum. Küçük bir mahalle burası. Yok yok çıkmaz sokak. Ancak sokak sakinlerinin uğradığı. Arada meraklı gezginler geliyor. Başka bloglardan buraya yolları düşüyor. Bazen kalıyorlar, bazen şöyle bir gezinip gidiyorlar. Benim, senin, hepimizin insanlık hâlleri...
Hepimiz birbirimize benziyoruz. Tüm yazmayı sevenler, egünlüğünü tutanlar, hayata bir iz bırakma çabası belki bütün bunlar. Bir evin içinde çekmeceleri açıp silmek, her şeyi yerli yerine yerleştirmek, pencereyi açıp içeriyi oh mis gibi havalandırmak neyse, bir ev için, nasıl ferah, temiz hissettiriyorsa, yazmak da öyle hissettiriyor. Zihnimin içini havalandırıyorum. Örümcek bağlamış tavan aralarına çıkmıyorum her zaman. Oralara varmak kolay değil. Önce pek çok kelimenin önünden çekilmesi gerekiyor. Yazdıkça yazdıkça bir an geliyor zihninin arka planında düşünerek bağ kuramayacağın, bulamayacağın yerlerle temas ediyorsun ve bir şeyler beliriyor. Okuyanda duygular uyandıran, kendi deneyimleriyle özdeşlik kurmalarına sebep olan, onlara bir şeyler hatırlatan, düşündürten şeyler... Beş dakika önce yazsan ya da on beş dakika sonra orayı bulamayacaksın. Her yazı kendi potansiyeliyle ortaya çıkıyor, kaşif olup peşine düşmek isteyene. O yüzden hiçbir yazma çabası nafile değil, burun kıvırmalık hiç değil.
Ben de şimdi burada oturmuş öğle tatilimi değerlendiriyorum. Yazarak, düşünmeden yazarak, bir kelimeyi diğerinin ardına dizerek. Dantel örmek, yazmanın bir metaforu olabilir pekâla. Düz bir zincir çekerek başlıyor dantel. Becerikli ellerde motiflere dönüyor, motifler birleşiyor ve nefis şeyler çıkıyor ortaya. Herkesin zevki başka elbette. Ama ortaya çıkan el emeği göz nuru dantel örtülerin bir seveni de bulunuyor mutlaka. Zincir çeken eller de hata yapıyor, söküyor, yeniden örüyor tıpkı bir yazar gibi. Yazar da bir yandan dokuyor, gerektiğinde söküyor ve sık sık yalnızca ustalaşmak için çalışıyor. Bu yüzden bu yazıları bir tür zincir çekmeye benzet sevgili okur. Sıkılma. Ya da sıkılırsan bir edebi metnin, bir düşünce yazısının içine git. Git ve gir yazarın kelimelerle yarattığı evrenin içinde. Soluklan. Keyif al. Hüzünlen. Düşün. Her ne ise muradın ona var. Canın dönmek isterse dön. İstemezse dönme. Hayatta bazen okumaktan daha zevkli eylemler de var.
Bak bugünkü yazı da böyle oldu. Ne zaman uyandım, bu âna kadar neler yaptım anlatmadan. Anlatsaydım eğer sabah çamaşır katladığımı, bir yerden sonra sıkılıp yarım bıraktığımı, kahvaltıda bir haşlanmış yumurta, peynir, ekmek yediğimi, bir bardak çay içtiğimi, sabah arabamı manavın önüne part ettiğimi, iş çıkışı meyve ve sebze almayı planladığımı, işe gelince bir sade Türk kahvesi içtiğimi, randevulu ilk hastamın kapının önüne geldiğini gördüğüm halde içeri girmediğini, bana kahvemi içme zamanı tanıdığını, köprüsünü çıkarttığımı, eski kanalını söktüğümü, apse sıvısının boşaldığını, ağrısının dineceğini söylediğimi, bu ferahlığın beni de mutlu ettiğini, saatin tam şu anda 12.12 olduğunu (haydi sen de bir dilek dile tam bu anda), dün gece yemeği annemde yediğimizi, yemeğin üstüne Antep'ten gelen baklavalardan götürdüğümüzü, televizyonda "Ben Bilirim" izlediğimizi, annemi bizimle yaşamaya ikna etmeye çalıştığımı, bu amaçla bir süredir ev baktığımı, ev değiştirme konusunda acele etmeyip evin içindeki düzenlemelerle bunu halletmenin daha mantıklı olduğu düşüncesine vardığımı (ev yeterince büyük ve kedi için bahçeye çıkış kapısı olması onu da bizi de çok memnun ediyor. aynı özellikte daha büyük apartman dairesi yok), ben bunları düşünürken annemi ikna etmenin aslında pek mümkün gözükmediğini ama bunun tam bir kazan kazan durumu olacağını anlatırdım sana. Ama öyle yapmadım. Yazmak eylemi üzerine düşünceler döküldü söze. Olan, olacak olandan, okunan yazılacak olandan yeğdir diyelim. Bir atasözü değil. Şimdi ben uydurdum. Kendimize çok da yüklenmemek lazım galiba. Hakikaten olan olmuştur. Önemli olan onunla uyum içinde olmak. Analar taş yemesin. Sık sık bir araya gelsin dertleşsin. Paylaşmak iyi gelir neticede. Bak ben paylaştım. Kendimden, yazdıklarımdan sıkıldığımdan, hayat karşısında bugünlerde zorlandığımdan bahsettim. Yazmaya başlamadan önceki benle aynıyım Belki biraz farklı. Suya anlat derdini der ya yaşlılar. Bir su kenarına bıraktım dertlerimi. Siz de bırakmak istersiniz belki diye...
Siz yazın biz okuruz gayet güzel bir yazıydı ellerinize sağlık. Hülya
YanıtlaSilTeşekkür ederim Hülya Hanım ☺
SilValla bu döngüye girdiğimizden beri ben her gün okuyorum seni Tuğba. Aralık ayından sonrakileri de okudum, eksiklerimi telafi ettim. Bu yazını okurken, tam da benim gibi düşündüğünü gördüm, hepimiz aynıyız, dedim. Yazdıklarına imzamı atarım. Üstelik, benim gündelik yaşantım ve dolayısıyla yazdıklarım seninkilerden çok daha sınırlı. Her gün neredeyse tamamen aynı şeyleri yapıyorum. Listelesen beş altı kalemi geçmez. Bu nedenle de çok zorlanıyorum her güne farklı bir konu bulmakta. Bir de ben spot tutuyorum yazdıklarıma; instagram'a hikaye olarak koyuyorum, okunsunlar diye. Sen yazmaya devam et. Buradayız. Sevgiler.
YanıtlaSilBen de seni okuyorum Leylan. Telefonda İnstagrama bakarken hikayeden gidiyorum. Yorum yazamıyorum. Aplikasyon istiyor. Sessizce okuyorum yazılarını ☺ Ne güzel bir maraton oldu, bu. Kitap yazma ayı gibi.
SilBen de devam diyenlerdenim, sonuçta ünlü bir kişilik değiliz ki her gün yeni bir şey yaşayalım, günlük tutar gibi, geçmiş anılardan, hayatımıza giren kişilerden, bazen bir dal çiçekten, bir kuş uçuşundan etkilenip yazacağız ki eteğimizdeki taşlar dökülsün hafifleyelim. Sevgiler...
YanıtlaSilHafifletmek, hatırlamak, hatırlatmak için yazmaya devam öğretmenim ☺
SilBen de okuyorum, hatta bu çelinc sayesinde yazanlar çoğaldı,iyi oldu.
YanıtlaSilHoş geldiniz Mehtap Hanım. Sesinizi duyduğuma sevindim. Bloglar şenlendi öyle değil mi? Her yer bahar bahçe...
Sil